Amerikanlaşma

Doğan ULUÇ
Haberin Devamı

Akiyosho'nun evi Yahudi zenginlerinin yaşadığı Scarsdale'de. Japon meslekdaşım tüm mobilyasını Osaka'dan getirmiş Amerika'ya. Bambu iskemleler, işlemeli masalar, antika süslemeler, irili-ufaklı Buda heykelleri, kamış çerçeveli el yazmaları, ağaç baskılı resimler duvarları süslüyor. Tatami stili döşeme üstünde fildişi oymalı, pirinç, lake kase ve tabaklarda salamura sebzeler, çiğ balık çeşitleri, fasulye çorbası sıralanmış.

‘‘Osaka'yı buraya taşıdığına göre vatan özlemi çekmiyorsundur’’ diye takılıyorum. Ciddi çehresi gerginleşiyor, ‘‘Çocuklarıma bak, iki yıl içinde Amerikalı oldular, iki Japon büyüğünün adını sıralamakta zorlanırlar ama tüm sinema yıldızı, şarkıcı, sporcuların adını ezbere biliyorlar.’’

Pencere boyu ekran karşısında ortaokul çağında iki erkek çocuğu Los Angeles Lakers'ın maçını dikkatle izliyorlar. Akiyosho'nun eşi arada bir minik bardaklardaki yeşil renkli Ocha çayımızı tazeliyor. Genç gazeteci Amerika'daki Japon ailelerinin bir süre sonra örf, adet ve gelenek kaybına uğradığından yakınıyor. ‘‘Amerika'ya azınlıkların erime potası derlerdi, inanmazdım. Ama bizimkiler McDonalds, cola, DisneyWorld, hantal blucin, vurdu-kırdılı filmler, itiş-kakışlı futbol, buz hokeyi merakıyla tipik Amerikan çocuklarına dönüştü. Tek farkları çekik gözleri. Gizli bir beyin yıkama tekniği var bu ülkede, karşı koymak da imkansız.’’

Lakers'ın yeni süper oyuncusu Kobe Bryant artistik bir atış ile rakip pota filesini havalandırıyor. Meslekdaşımı sakinleştirmek için ‘‘Amerikalılar da Japonlara düşkün. Sizin ünlü bifteğiniz Kobe'nin adını vermiş babası bu zenciye’’ diyorum. Ama Akiyosho'nun içi dolu. Bu kez İngilizceyi duraklamadan konuşuyor:

‘‘Esasında çocuklarıma kızamıyorum, zira memleketimizde Japon kimliğini, geleneğimizi ciddi ölçüde tehdit eden bir Amerikanlaşma düşkünlüğü, taklitçiliği başladı. En büyük şirketlerimiz ürünlerini pazarlamada Amerikan sinema-eğlence aleminin şöhretlerini kullanıyorlar. İşte bir kaç örnek.

Jodi Foster, Keri kozmetiklerini, Paul Newman Fuji bank kartlarını, Winona Ryder, Subaru, Brad Pitt Honda arabalarını, Richard Gere Japon Havayolları, Arnold Schwarzaneger Nissin eriştesini, Eddie Murphy Sapporo kahvesi, Mariah Carey Kose güzellik malzemeleri, Sylvester Stallone domuz salamı, Harrison Ford Kirin birasının reklamını yapıyorlar. Daha bitmedi. Milyarder filmci Spielberg Japon viskisi, yeni ve eski James Bond'lar Pierce Brosnan, Roger Moore ve Timothy Dalton ile Mickey Rourke Philip Morris sigaralarını tanıtıyorlar.

Kuzeyde Luzon'dan güneyde Mindanao'ya milyonlarca Japon her gün ekranda, kent içinde, karayollarında billboard'larda bu yabancı şöhretleri görüyor. Sanki Japonya'da ünlü kalmamış gibi. Üstelik kimse de bu gidişattan şikayetçi değil.’’

Karanlık bastığında Manhattan'a dönerken yolda Japon gazetecinin yakınmaları geçiyor zihnimden. Bir küreselleşme modasına takılmış yerküre, almış başını gidiyor. Gelişme yolundaki ülkeler gibi gelişmişler dahi sosyal reformlar, ekonomik kalkınma, kültür, sanat, müzik ve eğlence aleminde değişimlerde Amerika'yı izliyorlar. Üstelik bazılarında bu izleyiş aşırı taklitçiliğe dönüşüyor. Tarihsel bağlar, kökeni yüzyıllar ötesine uzanan adet, gelenekler yozlaşmaya başlıyor. Amerikanlaşma giderek moda oluyor.

Ya bizimkiler, Yeni Dünya'daki Türkler? Türkçe isimli düzinelerle marketi, lokantası, şirketleri, hafta sonu eğitim veriyor dahi olsa Türk okullarımız var çevremizde. ‘‘Biz kökenimize bağlıyız, Amerika'da olsak da erimeyiz’’ diyorum. Henry Hudson Parkway'den saparken önümde bir araba beliriyor. Açık renkli spor bir Cadillac. Camları hafif tintli. Arka plakanın dört köşesinde minik ayyıldızlı bayrak. Ortada kapital harflerle Türkiye. Neşeleniyorum birden. Klaksona yüklenirken sloganı patlatıyorum, ‘‘En büyük Türkiye.’’






 








Yazarın Tüm Yazıları