Paylaş
Ahizeyi kulağıma getirdiğimde ‘‘Hi (Merhaba'nın kısacası) Doğan, ben Sherry’’ diyor şenşakrak bir kadın sesi. Belleğimi zorlayarak beni ilk ismimle arayan Sherry'nin kimliğini bulmaya çalışıyorum ama nafile. ‘‘Merhaba’’sına merhabayla yanıt verip ‘‘Çıkaramadım kim olduğunuzu?'' demeye kalmadan karşıdaki ses kırk yıllık dostumuz üslubuyla devam ediyor: ’’Doğan, uluslararası telefonda en ucuz tarife Sprint'te. Bizimle kontrat yaparsanız ilk 60 dakika ücretsiz. Seni ziyaret edip ayrıntılı bilgi vermek istiyorum.'' Konuşmasını teşekkürle keserek başka bir şirketle anlaşma yenilediğimizi söylüyorum.
Henüz sabah kahvemizi yudumlamadan bizi arayan diğeri kurulu ses bandı gibi ‘‘Doğan, ben George. Arco'dan arıyorum. Fotokopi makinesi mürekkebi, kağıdını toptan fiyatla ofisine teslim ederiz’’diyor. İki yıllık stokumuz olduğunu söylerken bizden iş çıkmayacağını anlayan George lafımızı ağzımıza tıkayıp telefonu yüzümüze kapatıyor.
Amerika'lıların iş ve sosyal ilişkilerinde bunca zamandır hala alışamadığımız garip bir samimiyet stili var. Hayatında yüzünü görmediği kimseyi, rehberden bulup çıkardığı telefon numarasından arayıp konuşurken akraba, okul ve asker arkadaşı yakınlığıyla hattın diğer ucundakine ilk adıyla hitap etmekte sakınca görmüyor. Tanışık olmayan kişiler arasında bu gereksiz muhabbet oldukça yaygın.
Geçenlerde mutfağının çeşitleriyle ün yapmış bir lokantaya yemeğe gittiğimizde omuz başımdan bir erkek sesi ‘‘Hi! Ben Bob, bu da Jimmy. Size biz hizmet edeceğiz bu akşam'' diye anonsla karşılaştık. Dönüp bakıyoruz, güleç yüzlü iki genç garson, ellerinde mönüler, sipariş bekliyorlar. Peki ama bize ne isimlerinin Bob ve Jimmy olmasından? Yemek gecikerek geldiğinde diğer masalara servis yaparken ‘‘Hey Bob, çorba soğuk gelmiş!’’ diye seslenecek değiliz. Bu lokantaya bir kez daha gidip garsonların bu isim takdiminin nedenini sorarak merakımızı tatmin etmek lazım.
Yıllar önce okulunda iftihar listesine geçen lise öğrencisi bir Türk çocuğunu sınıfında izlemeye gitmiştik. Yaşlı başlı matematik hocası kara tahtada uzunca bir denklemin yarısına geldikten sonra ayaklarını öndeki boş sandalye üstüne uzatmış bir öğrenciye, ‘‘gel tamamla bu işlemi’’ dedi. Bıyıkları yeni terlemiş liseli yayılmış pozda istifini bozmadan ‘‘bu çok karışık Michael, altından kalkamam’’ yanıtını verdi.
Geçirdiğim ilk kültür şoku idi bu. Aklıma Kabataş Lisesi'ndeki cebir hocam Kemal Bey geldi. Kimin haddine düşmüştü ‘‘Kemal, bu ders ağır oldu’’ gibi laf etmek. Ama Amerika'nın sosyal yaşamında, insan ilişkilerinde hitap şekli Türkiye yanısıra Avrupa, Orta Doğu dahil diğer ülkelerden çok farklı. Öğrencinin öğretmenine olduğu gibi bacak kadar çocukların dedelerine, amca-teyzelerine, apartman kapıcısı, sütçü veya postacıya ‘‘Mike, Helen, Karl’’ diye ilk adlarıyla seslenmeleri kimseyi rahatsız etmiyor.
Ticari şirketlerde yeni işe başlayanların müdür ve patronlarıyla aradaki yaş ve konum farkını gözeten ‘‘Mr.’’ demeksizin konuşmaya başlaması, Beyaz Saray'da genç yardımcıların ‘‘Jimmy, George, Bill’’ şeklinde ABD başkanlarına ilk adlarıyla hitap etmeleri de yadırganmıyor.
İlim, irfan, teknoloji, sanat ve eğlence aleminin zenginliğine ilaveten refah içinde özgür toplum yaşamıyla tüm halklarda gıpta uyandıran Amerika'da günlük lisanda böylesine samimiyet, değişik kültür, örf ve adetleri benimsemiş insanlar için kolay alışılacak bir husus değil. Benim daha Türkiye'de son yıllarda yerleşen ‘‘duş almak, taksi almak, içki almak, sahne almak’’ gibi İngilizce'den taklit terimlere dilim dönmüyor. Takvim yapraklarını geri çevirmek mümkün olsa da, babam yaşındaki hocalarıma ‘‘Muhiddin, Asım, Safinaz’’ diyebileceğimi rüyamda görsem hayra yormam. Soyumuz, sopumuzdan hiç şikayetimiz yok ama Amerikalı olarak dünyaya gelsem, belki!
Paylaş