Warner Music Group'un tarihini anlatan kitap Ahmet Ertegün'ün iki kulağı olduğunu öğreniyoruz. Ertegün şöyle diyor: ‘‘Bu işte iki kulağın olması lazım.
Birinci kulağın kişisel zevkine hitap ediyor, duygulanıyorsun. İkinci kulağına göre dinlediğin müzik bir felaket ama satış yönünden harika. Tamam bu şarkı halkın zevkine uygun diyorsun.’’
Bayram tatilini fırsat bilip kara kıştan birkaç günlüğüne dahi kaçmak için New York'u seçen Türklerin sayısı az değil. İstanbul'dan gelen dostlarımızla ufak bir şehir turu yaparken soruyorlar: ‘‘Değişti New York, değil mi?’’ Sorunun zaman dilimi yalnızca beş ayı kapsıyor. Bir kent tarihinde kısa bir yaprak bu. New York'un tüm binalarını kanarya sarısına boyamış olsalar görünümün değiştiğini söyleyeceğiz. Oysa öğrenmek istedikleri 11 Eylül terör saldırısının getirdiği değişim.
Kolay yanıtlanacak bir soru değil bu. İçinde yaşayanlardan ziyade New York'a sık gelenlerin gözlemleri belki de daha gerçekçi olacak. Bir gün öncesi kentin merkezinde gezerken caddelerin eskisine kıyasla daha tenha olduğu dikkatlerini çekmiş. Günlerden cumartesi. Yahudilerin kutsal ‘sebt’ tatil günü, dükkanların bir kısmı kapalı. Şehirde her beş kişiden biri yahudi, hepsi evlerinde. Issız tablonun nedeni bu mu? Ama pazar günü de etraf kalabalık değil. Yoksa bana mı öyle geliyor, 11 Eylül öncesi de böyle miydi? Hatırlamıyorum.
Ofis köşesinden aşağılara baktığımda artık ikiz kuleleri göremiyorum. Yerle bir olmuş bir kaç bina görkemli yapılarıyla ünlü New York'u hangi boyutta değiştirebilir? Kenti ilk kez ziyaret edenlerin fark edecekleri bir husus değil bu. Her mahallede işyeri, apartman, dev mağaza inşaatları süregeliyor. Oysa Ada'da çadır kuracak yer yok, eski yapıları yıkıp yenilerini çıkıyorlar. New York'lular için beş ay uzun zaman. Manhattan'ın güney ucunda mini park büyüklüğündeki boşluğa şehir halkının alışmış olması lazım. Oysa konu ikiz kulelerin fiziksel yokluğu değil yokluğa neden olan terör saldırısının kent halkının ruhsal düzeninde yarattığı psikolojik etkileri.
Kurban Bayramı'ndan istifadeyle minik Manhattan adasında enine boyuna, gecenin geç saatlerine uzanan bir geziye çıkıyorum. Times Square'da insanlar kuyruk halinde. Broadway tiyatrolarına ucuz bilet almak için bekleşiyorlar. ‘The Producers’ hálá kapalı gişe oynuyor. Hem de 100 dolarlık biletle. 110 katlı ikiz kuleler yok ama 102 katlı Empire State var. Beş aydır şehrin en yüksek gökdeleni unvanını yeniden kazanan gökdelenin girişinden başlayan ziyaretçi kuyruğu köşe dönüşüne uzuyor. Çocuklu aileler, yabancı turistler kuşbakışıyla dört eyaletin gözlendiği bina tepesine çıkarken ikiz kulelerin akıbetinden kaygılanmadıklarını kanıtlıyorlar. Zenginlerin mağazası Saks Fifth Avenue eskisi gibi tıklım tıklım. Ucuz satışta olmamasına rağmen. Her keseye hitap eden GAP, Old Navy gibi dükkanlar da adam almıyor.
Tek çatı altında bir düzine film gösteren sinemalara rağbet eskisinden az değil. Sürrealist ustaların eserlerini sergileyen Metropolitan Müzesine giriş için rahat bir saat soğukta beklemek lazım. Tribeca'daki Nobu'dan Harlem'in Rao'suna gözde lokantalara rezervasyonsuz girmek hálá imkansız. Menacerin dayıoğlu olması hariç. Köşe başını tutmuş seyyar sandviç tezgahları önünde dahi kuyruk var. Starbucks, İnternet kahvelerinde masalar gençlerle dolu dolu. Washington Square parkında Doğu Avrupalı göçmenler Puerto Ricolular’la satranç maçlarına devam ediyorlar.
New York'un, esasında Amerika'nın simgesi Hürriyet Abidesi yeniden ziyarete açıldı. Sabaha kadar dans edilen Soho gece kulüpleri, usta müzisyenlerin boy gösterdiği Greenwich Village caz kulüpleri, Chelsea'nın sanat galerileri, Radio City Music Hall şovları yeniden revaçta. Robert de Niro belgesel, Sandra Bullock ile Hugh Grant Manhattan'da bir komedi filmi çalışması sürdürüyorlar.
Bu arada kitap okuma merakının da arttığını müşahade ediyorum. Barnes and Noble, Borders gibi kitap mağazaları zincirine ilgi büyük. Her yaşta insanlar Migros'tan haftalık alışveriş yaparcasına yeni yayınları satın alıyorlar. Her yıl 50 bin kitabın piyasaya sürüldüğü ülkede bu yayınları izlemek mümkün değil. Müzik raflarında sayfalarını karıştırdığım ‘Exploding’ başlıklı kitapta tanıdık bir isim gözüme çarpıyor. Warner Music Group'un tarihçesini içeren kitapta Ahmet Ertegün'ün ‘iki kulağı’ olduğunu öğreniyoruz. Kurduğu Atlantic Records'u Warner Bros.'a satan Ertegün şöyle konuşuyor: ‘‘Bu işte iki kulağın olması lazım. Birinci kulağın kişisel zevkine hitap ediyor, duygulanıyorsun. İkinci kulağına göre dinlediğin müzik parçası bir felaket ama satış yönünden harika. Tamam bu şarkı halkın zevkine uygun diyorsun.’’
Kitap 470 sayfa. Dışarda hava kararmış. Sayfaları karıştırmaya dahi zamanımız yok, daha ziyaret edeceğimiz yerler var. Caddelerde alıştığımız trafik eskisi gibi. Arabalar, otobüsler, kamyonlar tampon tampona. Boş taksi bulmak için gün ağarmadan sokağa çıkmak lazım. Karşıdan gelen beyaz bir Cadillac'a gözüm takılıyor. Plakasında rakamların yerine tek bir isim ‘İstanbul’ okunuyor. New York'ta biz de varız diyorum.