Paylaş
Olay bir film şeridi gibi gözlerimin önünde geçiyor. Hem de günde bir kaç kez. Yarın tam bir hafta olacak. Gereksiz bir tecrübe geçirdik, hafızamdan yıllar geçse silinmeyecek.
Oysa Akdeniz kıyılarında yoğun senenin birikimini çekip alan dinlendirici bir tatil geçirmiştik. İstanbul'a hafta başında döndüğümüzde eş-dostu ziyaret, yeğenlerimin bizim için düzenlediği doğum günü partisine hazırlanıyorduk. Ama pzartesini salıya bağlayan gece ortasında Çınar'daki odamda bir ömür gibi uzun 45 saniye çok şey değiştirdi. Su içmeye kalktığımda bir dev mermer kürenin bina tepesine düşmesini andıran sesin çirkinliği, sendeleyerek duvara tutunma çabalarım hala belleğimde. Ardından yatak odasını koridorla birleştiren kiriş altına çömelmemiz, zeminin gelip-gitmesi, uyku sersemi kızımın ‘‘Baba ne oluyor?’’ diyerek ağlaması zihnimde hala canlı. İnsanoğlunun bir doğa gazabında güçsüzlük, çaresizliğini kişisel tecrübeyle idrak ediyordum. Yaşamın nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğunu anladım. İnanmazlık içinde korkuyu dahi algılayamadım. Değer, önem kriterlerimin kılık değiştirdiğini farkettim bu kısa sürede. Bitmeyecek sandığım sarsıntı durunca balkona çıkıp dışarıya baktım. Otelin havuzu tencerede kaynayan su gibi fokurduyordu, ama az ötede Marmara dümdüzdü. Çınar'ın havuzundaki homurtulu çalkalanma Ertuğrul Özkök'ün ‘‘ölüm dalgaları’’ tanımlamasına mükemmel uyuşuyordu.
Üstüme tişört, pantolon geçirip karanlığa gömülmüş merdiven trabzanlarına tutunup altı kat indik. Lobiyi geçip kendimizi karşıdaki küçük parka attık.
Otelin yerli-yabancı konuklarının bir kısmı bizden önce gelmiş. Şaşkınlık, panik kol geziyor. Tarkan hariç.
Resepsiyonun gece müdürü Tarkan çevresini yatıştırma çabasında, sükunet tavsiye ediyor, personeli yönlendiriyor. Çimenlere oturanlara battaniyeler dağıtılıyor. İlk sarsıntıyla yataktan çıplak fırlayan bir kadın turistin üstü örtülüyor. Park önüne kurulan masada çay-kahve servisi başlıyor, dışarıya hasır iskemleler taşınıyor. Ama herkesin gözü binada. Acaba yeni bir deprem salvosu gelip çökertir mi diye ?
Yanı başımdan bir ses: ‘‘Ağabey bir sigaranı alabilir miyim?’’ Birkaç metre ötemde battaniyeye sarılmış esmer çehreli, kalın bıyıklı genç adama paketi ve çakmağı uzatıyorum. Yanıma çöküyor. ‘‘Benim patron cesur adam. Deprem başlayınca odasına koştum, namaza durmuştu. Oda sarsılıyor, o namaza devam ediyor. ‘Zelzele var, gidelim ağam' diyorum. Yanıtı ‘Allah'ın dediği olur.' Çok sakindi, namazını bitirdi, yatağına girdi. Ben odama dönemedim, buraya geldim.’’ Kimsin, ne yaparsın diyorum. Siverekli Kürt olduğunu söylüyor. Sedat Bucak'ın kardeşinin korumasıymış. Patron içerde koruma dışarda. Kimsenin kimseyi kınayacak hali yok. Candan aziz ne var ki alemde?
Kuaför Oktay ‘‘Zelzele başlayınca tavandaki avize fıldır fıldır dönmeye başladı, yataktan kalkamıyorum bir türlü. Üstüme düşmesinden korkup yorganı başıma çektim’’ diyor. Genç bir çiftin balayında ilk gecesiymiş, gerdeğe hazırlanırken kendilerini otel parkında buldular.
Çimen üstüne battaniyeyi serip uzanıyorum. Tepeden yıldızlar göz kırpıyor. Hava ılık, hafif bir esinti var. Yıldızlar öylesine sakin. Aşağıdaki kıyameti umursadıkları yok. Tanyeri doğarken günün ilk ışıkları içinde eriyorlar. Yerimden doğrulup otele giriyorum. Hatlar kesik, yurt dışına şöyle dursun, çevredeki akraba, dostlara, Güneşli'deki meslekdaşlara erişmek mümkün değil. Yeğenimin evine gidiyorum, mahalle sokağa dökülmüş. Komşusu Seta, ‘‘Bu bir ihtardı’’ diyor. Neyi kastediyor acaba? Meltem kapıda ‘‘Hoş geldin, nasılsın, kahve pişireyim sana!’’ diye karşılıyor. Yüzünde hep o tatlı, sevecen tebessümü. Hayret ediyorum.
Mutfakta kırılmayan şey kalmamış, oturma odasında antika ayna, kristal bardak, çanak parça parça. Banyo çökmüş. Bir kaç saat sonra kardeşi Berdan ‘‘Zelzele şoku geçirdi. Sonra kendine geldi. Sürekli ağlıyor’’ diye dert yanıyor.
Telefonla kimseye ulaşamadığımız gibi otelden bir yere gidemiyoruz, trafik kilitlenmiş. Bir gün önce Bodrum'da ziyaret ettiğim patronumun ‘‘Kal birkaç gün burada’’ davetini bilet rezervasyonları yüzünden kabul edemedim. Kalmış olsaydım bu acı tecrübeyi yaşamamış olacaktım. Belki de İstanbul'a geldiğim oldu. 45 saniye bana hayatı öğretti.
Paylaş