Zalim babalar mı deha káşifleri mi?

HÜRRİYET'in dünkü taşra baskısında beni etkileyen, düşündüren, üstelik tereddütler içinde bırakan bir haber okudum:

"Çocuğunun müzik eğitimi için eşinden boşanmayı göze aldı" başlıklı haberin özetini aktarayım:

"İzmir'de müzik öğretmenliği yapan Başak Büyükkaya, orkestra ve keman sanatçılarının 'dáhi çocuk' dediği 16 yaşındaki oğlu Arslan Büyükkaya'ya müzik eğitimi aldırabilmek için, 14 yıl boyunca, eşi Zeki Büyükkaya'dan boşanmak dahil pek çok girişimde bulundu.

Arslan Büyükkaya, İzmir'de orkestra şefi ve keman öğretmeni Mehpare Karamenderes'ten ders almaya başlıyor. Antalya'ya tayini çıkınca Büyükkaya ailesi de evlerini oraya taşıyorlar."

Yukarıda ailenin öyküsünü okurken, annenin, babanın çocukları kadar yeteneğini sevdiklerini, hatta yeteneğine áşık olduklarını gördüm.

Çocuk psikoloji açısından iyi mi?

Hastalıklar, ayrılıklar, ölümler... Hep iyi bir kemancı olması uğruna.

Çocuk ve insan psikolojisi açısından eleştirebilirsiniz ama ben adanan ömürleri desteklediğim için, duruma karşı koyamayacağım.

YETENEKLİ ÇOCUKLAR DAİMA BEDEL ÖDER

YETENEKLİ
çocukların, özellikle müzik dünyasındaki harika çocukların virtüözite payesine eriştiklerinde başarılarını alkışlayanlar, arkasında yaşanmamış/yaşatılmamış bir çocukluğun izlerini çoğu zaman fark etmezler.

Sanırım en klasik örnek Mozart'tır.

Babası Leopold Mozart (1719-1787) besteci ve kemancıydı. Mozart (1756-1791) üç yaşında piyano çalıp beş yaşında da beste yapınca, diğer yetenekli kardeşi Maria Anna Mozart'ı da (1751-1789) ellerinden tuttuğu gibi, Avrupa'nın bütün saraylarını dolaştırmış.

Ne korkunç bir çocukluk; ama Leopold Mozart da bir 'deha káşifi' olarak benim indimde büyük saygı ve sevgiyi hak ediyor.

Evin İlyasoğlu'nun yazdığı "Aylá'yı Dinler misiniz?" adlı eserinde ünlü keman virtüözümüz Ayla Erduran'ın yaşamını anlatırken, benim belleğimde kalan kábus nedir bilir misiniz?

Pazar günleri küçük Aylá'ya yapılan eziyet.

Öğle yemeğine konuklar geliyor, İstanbul'un tanınmış kişileri.

Yemek yeniliyor, herkesin ortak arzusu, Aylá'nın kábusu: "Aylá bize keman çalsana..."

Ailelerin bu baskısını bilirim. Ana-baba için iftihar vesilesi olan, çocuklar için iz bırakan bir can sıkıntısıdır. Ana-baba da kendilerini kızlarının yeteneğine adamışlar.

Uluslararası üne sahip İdil Biret anlatmıştı: Paris'te yoğun bir şekilde çalışıyor, gece-gündüz demeden piyano başından kalkmıyor.

Bir gün bu hayatı çekilmez bulup Paris istasyonuna kaçıyor. Oradan bir trene binecek ve ailesinin bulamayacağı bir ülkeye gidecek... Ama vazgeçiyor ve piyanosunun başına dönüyor.

Bugün dünyanın bütün önemli kentlerinde, salonlarında çalan genç virtüöz piyanist Fazıl Say'ın da zirveye çıkışının ardında, hiç farkına varamadığı çocukluğu vardır.

Düşünsenize, iki yaşında müzikle tanışan bir üstün yetenek ne zaman oyun oynayabilir?

* * *

BEN
bu ana-babaları zalim görmüyorum, onlar birer deha káşifi.

Müzik tarihi onlara daima borçlu kalacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları