Yol rehberiniz Yaşin olsun

Mehmet Yaşin, Uzakname’de bizi, yaşadığımız sınırların ötesine alıp götürmüştü.

Görülecek, yaşanılacak yerleri öylesine ustalıkla anlattı ki, kitabı daha bitirmeden, birden içinizden geçeni tahmin edebiliyorum: "Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz."

Yeni kitabı Yakınnname’de, Türkiye’yi geziyor Yaşin.

İş, söyleşi, kitap fuarı olmadıkça, yerimden ayrılmayan benim gibi birisi bile; en azından, ballandıra ballındıra anlattığı, "damak çatlatan yemekler"i yemek isteği duyuyor.

Benim akıllı bir dostum, kitap tanıtma yazılarının işlevi konusunda şöyle der: "Kitap hakkında bir yazı, bende o kitabı okuma isteği uyandırmalı." Bu görüş bence gezi yazıları için de geçerli.

Gezi rehberi, gezi tanıtım yazısı ile Mehmet Yaşin’in yazıları arasında ne fark var?

İkisi de kuru bilgi verir; hangi yoldan gidersiniz, nerelerde kalabilirsiniz, hangi lokantalarda iyi yemek yiyebilirsiniz, görülecek yerlerin listesi de eklendi mi, yazı görevini yapmış, işlevini başarıyla tamamlamış olur.

Ben oraya gitmeye karar vermişsem, bu tür bir rehberi almakla yetinirim. Ama hiçbiri beni yolculuk konusunda, rahat koltuğumdan kalkmaya ikna edemez. Oysa Mehmet Yaşin, bu gezilere iç dünyasını, duygularını, edebiyat tadını kattığı için beni etkiliyor.

ÖNSÖZ, GÜRSEL’DEN

Kendisi de biraz gezgin olan Nedim Gürsel, kitaba yazdığı Önsöz’de bakın ne diyor: "Onun, haritayı önüne serip gezdiği ülkeleri kırmızı raptiyelerle işaretleme alışkanlığı olduğunu biliyorum. Bu kez raptiyelerini ülkemizin coğrafyasına saplıyor. Ve gelincik tarlasına çeviriyor Türkiye haritasını. Yaşin’in eşliğinde doğudan batıya, kuzeyden güneye, yalnızca büyük kentlerine değil en küçük köy ve kasabasına varıncaya dek, Külebi’nin ünlü şiirindeki ’Ardahan’dan Edirne’ye’ dolaşıyoruz ’Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan’ yurdumuzu. Bu yolculuk boyunca eşsiz görüntüler giriyor araya, yollara düşüp dere tepe düz giderken yalnızca güzellikler değil çirkinlikler, çarpıklıklar, yoksul bölgelerin makûs talihinden kaynaklanan haksızlıkları da görüyoruz. (...)

YEREL OTELLER

Yaşin yola çıkmadan önce gideceği yerler hakkında bilgi ediniyor, başka yazarların aynı coğrafya için yazdıklarından da yararlanıyor. Kendi gözlemlerini Strabon, Evliya Çelebi, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi ustaların yazdıklarıyla harmanlayıp öyle sunuyor okura."


Gezginin ruhu çağrıya uyar. Mehmet Yaşin’de olduğu gibi. Diyelim, kar yağdı da gidemedi. Birden içine bir sıkıntı çöker. Kar erir erimez, hemen yollara koyulur.

Yazılardan hoşlandığım bir yan da, gittiği yerlerdeki lüks lokantalardan, beş yıldızlı otellerden söz etmemesi.

Diyeceksiniz ki, Anadolu’nun her yerinde beş yıldızlı otel mi var. Olanlardan da söz etmiyor. Çünkü inanıyorum ki, o yörenin, yerin özelliğini hiçbir zaman bu kişiliksiz oteller yansıtmaz. Bir aile evi, bir esnaf lokantası, bir balıkçı meyhanesi, tavşankanı bir çay, oranın sıcaklığını, insan sıcaklığını daha doğru verir.

Zaten insanoğlu niye kilometrelerce kat ediyor? Bunları görmek için. Bir gezginin ruh halini çok iyi veriyor. O yere varınca, akşamüstü bir viskiyle kendisiyle baş başa kalıyor.

Geziye çıkmadan önce, o şehir, bölge üzerine araştırmalar okuyor, ünlü gezi kitaplarını hatmediyor sonra yola çıkıyor.

Yol izlenimlerini dikkatle okuyun.

Van’ı, Van Gölü’nü, Edremit’i edebi tasvirlerle anlattıktan sonra, sıra Van’ın kahvaltısına geliyor. Kolesterolü yüksek bir insanın doğrusu dayanamayacağı lezzette, bir kahvaltı. İsterseniz masada bulunanları birlikte okuyalım: "Masanın üstünde süsleyen yiyeceklerden aklımda kalanlar şunlardı: Un, yumurta ve yağla yapılan murtua, tandır kaymağı, tereyağı ve kara kovan balı (arıların dağlardaki eşi benzeri bulunmayan çiçeklerden yaptıkları balın lezzeti anlatılır gibi değil), otlu peynir (bir nevi sarımsağı andıran sirmu otuyla yapılan peynirin tadı dillere destan), bir tür cacık (torba yoğurdu, kişniş, salatalık, sivribiber, taze soğan ve tereyağıyla yapılıyor; ekmeğin üstüne sürülerek yeniyor), ballı yumurta, gavut (tereyağında kavrulmuş buğdayın üstüne bal dökülerek yapılıyor ve tam bir kalori bombası), birkaç çeşit meyve, tabii ki sıcak sıcak lavaş ekmeği ve çörek. Tüm bunların yanına içecek olarak çay veya süt ikram ediliyordu. Ben tavşankanı çayı tercih ettim."

EKONOMİK BİLGİLER

Mehmet Yaşin, gittiği yerler hakkında bilgi verir, hatta sırası gelirse oranın ekonomik durumundan bile söz eder. Van’a gelen turistlerin 11 Eylül’den sonra nasıl azaldığını, bir kentte ticaret yaşamının nasıl aksadığını, bitme noktasına geldiğini bize iletir.

Çok sevdiğim, Türk tiyatrosunun önemli oyun yazarı Cevat Fehmi Başkut’un Harput’ta Bir Amerikalı piyesinden söz eder, zaten gezginimizin buraya sapma nedeni, bu benim de çok sevdiğim oyundur.

"Oyunda kentin fakirleşmesi şöyle dile getirilmişti: Çarşı kentin yüreğiydi. Önce çarşı durdu, ardından ölüm geldi. Bütün kent öldü. Tıpkı yüreğin durmasının ardından ölümün gelmesi gibi..."

Evliya Çelebi
de orayı anlatırken, "Sultani Çarşısı 600 dükkándır. Dükkánlar gayet güzel ve muntazamdır" der.

Şehirleri gezerken, sık sık Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’ine göndermeler yapar.

Yerel mutfak, lokantalarda değil, evlerde yaşar. Nitekim Kayseri’de bir lokantaya mahalli yemekleri sorduğunda şu yanıtı alır: "Kayseri yemekleri evlerde pişer."

İlgi çekici, değişik bir gezgindir Mehmet Yaşin. Sözgelimi bir örnek vereyim:

RAKI, FOÇA’DA İÇİLİR

Kemal Anadol’
un romanı Büyük Ayrılık’ın peşine düşer, yol haritası bu kitaptır. Kemal Anadol, mutlaka Celebin Yeri’ne git demiş. O da bakın neler neler bulmuş orada: "Celebin Yeri, limanın hemen karşısındaydı. Kıyıya sıralanan restoranlara bakılırsa, Foça yeme içme konusunda geçmişini inkár etmiyordu. Belgeler, ’delişmen denizciler’in ülkesinde, 1900’lü yıllarda tam 16 tane şarap ve rakı fabrikasının bulunduğunu belirtiyordu. Yine o yıllarda kasabada 46 meyhane vardı ve hemen hepsi her gece tıklım tıklım doluyordu. O zamanki sakinlerine göre ’dünyada en güzel rakı ancak Foça’da içilebilirdi’."

Günün yorgunluğundan sonra odasına çekilir, Herman Hesse okur: "Yaylada yatma vaktiydi. Yanımda Herman Hesse’nin Bozkır Kurdu’nun Düş Yolculukları adlı kitabını getirmiştim. Tatlı bir yorgunluk içinde okumaya başladım. Her satırından ayrı bir keyif alıyordum. Hesse’nin gezginlerle ilgili yazdıklarını defterime not aldım: ’Biz gezginler, hepimiz aynı hamurdanız. Seyahat etme dürtümüz ve serüvenci ruhumuzun büyük bölümü aşktır, şehvettir... Seyahat romantizminin yarısı, serüven beklentisinden başka bir şey değildir. Diğer yarısı da, şehveti farklı bir yöne kaydırıp, yok etme eğiliminin bilinçsiz bir göstergesidir. Biz gezginler aşk arzularını, doyumsuzluk uğruna korumaya ve kadına ait olan sevgiyi, köylere, dağlara, göllere ve uçurumlara, yollardaki çocuklara, köprüdeki dilenciye, çayırlardaki sığırlara, kuşlara, kelebeğe dağıtmaya alışığız.’."

Kitapsız yapamaz gezgin, gittiği yerin tarihini, coğrafyasını, sanayisini, hele hele insanını mutlaka kitaptan okuyacak, sonra yaşayacaktır. Vadideki Tablo: Göynük bunun iyi bir örneğidir: "Göynük’te bir Göynük Kitabı bulacağım hiç aklıma gelmezdi. Çünkü gittiğim hemen hemen her ilde, oraları anlatan kitapları aramış ama bulamamıştım. Kaymakam Selim Çapar tarafından hazırlanan kitabı görünce, şaşırmadım desem yalan olurdu. Bu kitap sayesinde ilçeyi daha bilinçli gezme olanağı buldum."

YEMEK KİTABI DA OLSUN

Damak Çatlatan Tatlar
konusuna hiç girmeyin, yoksa kilo almaya başlarsınız, hele tam yaza girdiğiniz günlerde, onun güzergáhını izleyin ama tavsiye ettiği yemeklerden uzak durun -tabii durabilirseniz eğer.

Mehmet Yaşin’den gelecekte bir yerel yemekler kitabı bekliyorum. Gerçekten şehirde yaşayanların lezzet reçetelerinin bu kitaptan sonra değişeceğinden kuşkum yok. O yemekleri okuduğunuzda, Anadolu’nun çoktan füzyon mutfağını keşfettiğini fark edeceksiniz.

Ama gene de yoğurtlu patates paçası’nı yapabilirsiniz.

Yakınnname’nin ihmal edemeyeceğiniz bir bölümünü okumalısınız mutlaka. Bu da İstanbul Yazıları’dır. "Dil’de Yalnız Dolaştım...", Kültür Başkentinin Feneri’ni okuduğunuzda bu şehrin, Boğaz’ın unutulmazlığını, vazgeçilmezliğini bir kez de Mehmet Yaşin’den okuyacaksınız.

"Fener semtinin zirvesinde kırmızı tuğladan yapılmış, Victoria dönemi üslubunda dev bir yapı vardır. Megalo Skola, yani Büyük Okul dedikleri Fener Rum Lisesi de bu binada bulunur. Okul hálá açıktır ama sınıflarını dolduracak kadar öğrenci yoktur. Eğer bu muhteşem binanın yanında durup, bugünkü Fener semtine bakacak olursanız şunları görürsünüz:

İSTANBUL’U UNUTMAYIN

Daracık sokaklar, çoğu yıkılmak üzere olan üç dört katlı cumbalı, kágir evler.
Bu yaşlı ve yorgun binalarda hálá yaşam sürmektedir. Yaşayanlar, evlerinin kırığını döküğünü, renkli badanalarla örtmeye çalışmışlardır. Onun için bu evler, aşırı makyajla kırışıklarını örtmeye çalışan yaşlı kadınlara benzerler. Balkonlara gerilmiş iplerdeki yıpranmış, renkleri solmuş çamaşırlar, Haliç’ten esen rüzgarla uçuşup dururlar. Tüm bu manzaraya bakınca, Fener’in yoksul bir semt olduğunu hemencecik anlarsınız. Bu semtte hiç kimse yoksulluğunu saklama gayreti içinde değildir zaten.

Fener’in bugünü yoksuldur ama geçmişi hiç de öyle değildir. Tarihçi İlber Ortaylı’ya göre burası, ’1500 yıllık tarihin sıkıştığı bir dünya tiyatrosu’dur."

Türkiye’yi Mehmet Yaşin’in rehberliğinde dolaşın, Anadolu’yu karış karış dolaştıktan sonra İstanbul’u gezin.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Tuhaf Savaşın Güncesi Jean-Paul Sartre İthaki

Yeni Sevgili Halil Gökhan Dharma

Çiftçilik Sanatı Publius Vergilius Maro YKY

Sessiz Güvercinler Ülkesinde Mehmet Baydur İletişim

Yonca Kız Kemal Bilbaşar Can
Yazarın Tüm Yazıları