Paylaş
Merih Akoğul’un da belirttiği gibi Ergun Çağatay, projelerin fotoğrafçısıydı, Ayaspaşa’da kapı komşuyduk. Hemen her sabah bana yeni bir projesini anlatmak için uğrardı.
Sanırım çalışmalarının başında kaynak kitap niteliğindeki ‘Türkçe Konuşanlar’ gelir. Türk dünyasının coğrafyasını, tarihini, kültürünü öğreten bir albümdü.
Yaşamında bulunduğu her yerin fotoğrafını çekti. Hastayken bile...
Paris’teki Orly Havaalanı katliamında elleri yanmış, aylarca tedavi görmüş, uzun süre de eldivenle dolaşmıştı. Ama mesleği onu her yerde işe götürüyordu, Paris’teki kliniğe gitti, oradakilerin de fotoğrafını çekti. O kitap için yazdım.
Son sergisini Beşiktaş’ta bir galeride açmıştı, sergiyi birlikte dolaştık.
Akoğul, yazısında fotoğrafçılık mesleğini tanımlıyor: “Dünyada en basitmiş gibi görünen, en çetin olan uğraş alanlarından biridir fotoğraf. Fotoğrafın en büyük zorluğu adanmışlıktır. Gerçek bir fotoğrafçı, bilinmeze çıkılan bu serüvende, tüm hayatını fotoğrafa adamak zorundadır.” ‘Ergun Çağatay’ın Dünyası’nda, onun için “Ergun Çağatay, ülkemizin, dünya meselelerini kendine dert edinmiş önemli bir gazeteciydi” diyor.
Biçim ikinci planda olurdu
Anılarından bir bölüm, ‘Yaşamım’ başlığı altında yer alıyor: “Bu kitap düzgün bir sırayı takip etmez; olayları aklıma geldikçe yazdım; parça parça, bölük pörçük. Biraz da hayatımın düzensiz akışını andıran bir biçimi var onun. Serbest çalışan bir fotomuhabirinin garip ve inişli çıkışlı, yer yer itilip kakıldığı, hor görüldüğü hayatı devam ederken her şeyden evvel bir şey olmak hırsı onun itici motorudur. Tehlike ve hırçınlığı, her şeyin uç noktasında yaşamak fotomuhabirinin kendisine biçtiği fiyatın bir parçasıdır. Bazen içine düştüğü yalnızlıktan onu süper egosu bile kurtaramaz. Şahit olup belgelediği insanoğlunun yarattığı vahşet manzaraları, gün gelir onu bir hayalet gibi boğmaya başlar. Bunun kişiden kişiye değişen ve perişanlığa kadar varan dramatik sonuçları olabilir. Bu satırları yazarken aklıma ilk takılan kişi Vietnam Savaşı’nı görüntüleyen Catherine Leroy adı Fransız fotoğrafçı kadın oldu.”
Albümdeki fotoğrafları gördüğünüzde, bu yazıların anlamını daha derinden anlayabilirsiniz. Savaş alanlarını, ezilenleri, yaralananları, öldürülenleri çekerken bir mesleği yerine getirdiğinizin bilincini yaşıyorsunuz ama insan olarak da tahammülünüzün sınırlarını aşıyor.
Abartılı yoruma rağbet etmez
Merih Akoğul’un tespitini okuyalım: “Birçok fotoğrafçının aksine, Ergun Çağatay fotoğraflarını daima bir proje kapsamında ele alır ve her zaman seçtiği bir proje kapsamında seçtiği konunun bir bölümünden yola çıkardı. Onun fotoğraflarında biçim -hele anlatımı desteklemiyorsa- daima ikinci planda olurdu. Konuya odaklanır, bakanı içerikten saptıran hiçbir şeyi fotoğraflarının içine katmazdı. Abartılı yorumlara asla rağbet etmez, konu ile izleyici arasında kendini görünmez yapar ve fotoğrafın sihirli atmosferiyle izleyiciyi baş başa bırakırdı.”
Beni etkileyen bazı fotoğrafları özellikle yazacağım: Tarlabaşı yıkımından madenci ve işinin fotoğrafına, düğünde küçük kız çocuğunun dansöze bakışına, Ongaday’da halk festivalinden Kızıl Meydan’daki damatla geline, Yeni Cami avlusundan nefis bir borsa fotoğrafına, IRA gösterilerine, Düzce depremine, cuma namazına... Cuma namazı fotoğrafları gerçekten etkileyici kareler. Paskalya Bayramı da gene inanışın önemli fotoğrafları. Geçit törenini, Selimiye Camii’ni albümde görmelisiniz. Çatılar da dikkatimden kaçmadı. Seçkiyi Göbeklitepe fotoğrafıyla bitirelim.
Albümün sonunda özgeçmişi, sergileri, kitapları, ödülleri yer alıyor. Kitaplığınıza katacağınız bir albüm.
15 Ocak 1937’de doğdu, 15 Şubat 2018’de aramızdan ayrıldı. Rahmetle anıyorum.
Paylaş