Yahya Kemal, Názım ve Menderes aynı romanda buluştu

Yılmaz KARAKOYUNLU’nun yeni anı-romanı Yorgun Mayıs Kısrakları’nda Türk edebiyatının iki doruk adı Yahya Kemal, Názım Hikmet ve Türk siyasetinin büyük ismi Adnan Menderes buluştu.

Trajedilerdeki, önlenemez tesadüflerin kesişmesi gibi. Onlar Türkiye’nin konuşulan üç adıydı, onlar Türkiye’nin edebiyatında, siyasetinde, doğrudan ve dolaylı etkili oldular.

Hayatları hem hüzünlüydü, hem de muhteşem. İnsanlar onlara hayran oldu, ilginin, sevginin zevkini de çıkardılar acısını da çektiler. Hatta Menderes bunu hayatıyla ödedi, Názım Hikmet sürgünde ölerek.

Karakoyunlu, bu üç roman kahramanı çerçevesinde 1908’den 1960’a kadar, Türk siyasetinin haritasını çiziyor. Özgürlük, demokrasi kavramlarının izini sürerek. Başlangıçların sevinci ile sonların hüsranının altını çiziyor.

Yazar daha önceki romanlarında da, siyasi tarihimizin çalkantılı, tartışmalı dönemlerini, akılda kalacak güçteki kahramanlarıyla yazmıştı.

Salkım Hanım’ın Taneleri’nde Varlık Vergisi’ni, Güz Sancısı’nda 6-7 Eylül olaylarını, Üç Aliler Divanı’nda İstiklál Mahkemelerini ve ardındaki siyasi gerekçeyi, belgelerin romanla buluştuğu, ortaklık kurduğu bir anlayışla kaleme almıştı.

Yorgun Mayıs Kısrakları, üç önemli adın ekseninde, onları besleyen insan örgüsünü de unutmayarak, bildiğimiz, tanıdığımız kahramanları anlatan bir roman.

Yazmanın güçlüğü buradan kaynaklanıyor, çünkü okurların çoğunun birden ben bunu biliyorum gerekçesiyle romanı elinden bırakması mümkündür. Karakoyunlu, iyi romancılığıyla bu tehlikeyi aşıyor.

Karakoyunlu’nun sürükleyici üslubu, düşmeyen temposu, gerçekleri, belgeleri, malzemeyi, roman türünün incelikleriyle etlendirme anlayışı, yazarın verdiği mesajın da edebó anlayış, tad içinde verilmesini sağlıyor.

Kişi ve yer tasvirleri, kahramanların yerli yerine oturtulması için gerekliydi, yazar bu kuralı da yerine getirmiş.

Çakırbeyli çiftliğinin mirasçısı Adnan Menderes’in uçsuz bucaksız topraklardaki yalnızlığını, buna karşılık bir toprak sahibi olarak da siyasetteki dalgalanmalarını, kırılganlığını, güvensizliğini ve buna karşılık bilinç altında egemenliği hep yaşattığını okurken, yazarın iyi bir portre yazarı olduğu kanısına vardım.

Menderes’le ilgili ruh tahlilleri, değişik kitaplardan okuduğum Menderes kişiliğine yeni eklemeler getirebilecek zenginlikler içeriyor.

1908 ile 1960 arasındaki yılların siyasal panoramasında; resmó tarih dediğimiz, eleştirilen bir anlayışa karşı, gayrı resmó bir tarih yazma isteğinin de sayfalarda yer yer belirginleştiğini gördüm.

Kahramanlar her zaman yazarın fikrini söyleyen, onların sözcüsü durumunda değillerdir, ama herhalde böyle bir romanda; yazarın dünya görüşünü zedeleyecek bir görüş de ileri sürmezler.

Karakoyunlu’nun kahramanları, siyasi idamlara, darbelere, devlet destekli, güdümlü partilere karşıdır.

Zaten siyasal tarihimizin istikrarsızlığı da bu anlayışın örnekleriyle doludur.

Serbest Fırka macerası, yeterli bir örnektir.

Demokrasinin çoğulculuk anlayışının göstermelik girişimleri yaşamamıştır, çünkü partiyi kendisi kurdurmuş kendisi yıkmıştır.

Kitaba adını veren üç kahraman kadar önemli kahramanlardan da söz etmek gerekir.

Názım Hikmet’in annesi Celile Hanım, Adnan Menderes’in eşi Berrin Hanım, ve toplumculuk girişimlerini simgeleyen Müyesser Hanım.

Peki neden bu üçü bir arada?

Yazara göre, Yahya Kemal, 1908 hürriyet hareketini iyi tahlil etti, Cumhuriyet parlamentosuna da tecrübelerini yansıttı, Celile Hanım’a duyduğu aşkla Názım Hikmet’in hayatına girdi.

Adnan Menderes, genç ama siyaset için üstün nitelikleri olan biriydi, 30-31 yaşında atıldığı siyaseti sürdürdü.

Siyasetçiler yeni teşebbüslerinde, yeni parti kurduklarında, onun adını hatırlıyorlardı.

İmam tipini de sadece dinó değerler ve çerçeve içine hapsetmemiş, onu bilgili, siyaset konusunda dinlenilir fikirleri olan biri olarak çizmiştir yazar.

Yılmaz Karakoyunlu’nun okurları yeni romanını da beğeneceklerdir.

Ayrıca yakın tarihimizin siyaseti, önemli karakterlerini gerçekten canlı biçimde işlemiştir.

Bu karakterlerin işlendiği, siyaset içindeki ve yaşamdaki kaderlerinin anlatıldığı romanın son sayfasında yazar düşüncelerini şöyle özetliyor:

‘Menderes, bereket demektir... Geçtiği toprakların üzerinde, yüzlerce küçüklü büyüklü kıvrımlar çizerek alüvyon toplayan ve onları, çiftçinin emrine veren ırmak anlamına gelir.

Adnan Bey’in üç oğlu vardı: Yüksel, Mutlu, Aydın... Üçü de milletvekili seçilip Parlamento’ya girdiler. Yüksel ve Mutlu talihsiz ölümlerle babalarının yanındalar.

Fatin Rüştü ve Hasan Polatkan idam edildiler. Otuz yıl sonra naaşları özel olarak inşa edilen bir anıtmezara nakledildi.

Yirmi yıl sonra bir ihtilál daha oldu. Demokrasinin kırık kanadı koptu.

Ayhan Hanım, yıllar sonra evlendi; aşkının hatırasına olan saygısıyla takdir topladı. Hoyrat bir mahkemenin sert savcısı karşısında dimdik durdu.

Yahya Kemal Bey 1958 kışında hayata veda etti. Şiirleri, şarkılarda her gün bir sıcak hatıra hissiyle söylenir, canlanır...

Celile Hanım 1956’da öldü. Hayatın yalnızlığında öyle terbiye almıştı ki, gözlerini oğlunu bir daha görmek ümidiyle hep açık tutmuştu. Gözleri açık gitti...

Názım 1963 yılında öldü. Dediği doğru çıktı. Doğduğu şehir, memleketinin sınırları dışındaydı. Öldüğü şehir de memleketinin dışında oldu. Doğumunun yüzüncü yılı Názım Hikmet yılı ilan edildi. O yılın hükümeti, TBMM’de Názım’ın yılını kutlamaya yüreklenemedi...

Berin Hanım 1974’te öldü. Türk ulusu bu ábideyi, gönül kaidesine yerleştirdi; toprak vefalı dostunu bağrına bastı...’


DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

İlhan Berk - Requiem - YKY

Andrew Dalby - Bizans’ın Damak Tadı - Kitap

Cemil Kavukçu - Suda Bulanık Oyunlar - Can

Danielle Steel - Sevgi Adına - Altın

Sermet Sami Uysal - Eşlerine Göre Ediplerimiz - &M

KİTAPTAN

Adnan Bey ve Ayhan Hanım’ın kavgası

Adnan Bey, Ayhan Hanım’ın içeri girişiyle birlikte gürledi:

-Neredeydin?

Nerede olduğunu Adnan Bey’in bilmemesine imkan yoktu. Etrafı hafiyelerle doluydu. (...) En ince ayrıntısına kadar her şeyi bilmesine rağmen böyle gürleyen sesle hesap sorması hem ayıp, hem haksızlıktı. (...) Direnmeye karar verdi:

-Bana hesap mı soruyorsunuz?

Adnan Bey ummadığı bir cevap karşısındaydı. O mûnis güzellik, şimdi bir kaplan hırçınlığına dönmüştü. (...)

-Evet! Hesap soruyorum. (...)

-Hangi mesuliyetimde, hangi ihmálimi gördünüz ki hesap sormaya heveslendiniz?..

Adnan Bey son kelimeyi kendi hırsı içinde, kendi gücünü sıygaya çekerken bir aşağılama gibi yorumladı. ‘Heveslendiniz’ kelimesini sanki ‘yeltendiniz’ gibi algılamış ve sinirlerini bırakmıştı. (...) Ayhan Hanım’ın dantellerle süslenmiş elbisesini yakasından tuttuğu gibi hızla kendine çekti:

-Eğer mesuliyetiniz farklı bir idráke ihtiyaç duyuyorsa serbestsiniz; ama...
Yazarın Tüm Yazıları