Paylaş
Sinema eleştirmeni, sinema sanatının yaygınlaşması, öğrenilmesi konusunda bir ömür harcayan sevgili dostum Atillâ Dorsay’ın boğazına sarıldıklarını İzmir’de gazetede okuduğumda şaşırmadım, ama bu muameleyi yapanların barbarlığını nasıl önleyebiliriz diye düşündüm. Atillâ’ya geçmiş olsun diyorum. Türkiye’nin kendine özgü(!) ödüllendirme anlayışları vardır, sen de bunlardan birine maruz kalmışsın, canını kurtarmışsın, daha ne istiyorsun(!)
Emek Sineması, Türkiye’de sinemanın simge mekânlarından biri, en önde gelenidir.
İstanbul’un tarihi içinde yer almıştır. Birçok okurum, sizi orada sık sık görürdüm, diyor ve beni yazmaya teşvik ediyor. Doğrudur, cep telefonlarının olmadığı dönemde, gazeteye ve yayınevine, Emek’in müdüriyetinin telefon numarasını bırakırdım, oturduğum yeri bildiklerinden İsmet ve Hikmet dostlarım bana bilgiyi ulaştırırlardı. Türkiye’de rant iştahını kesecek bir kültür birikimimiz yok, Çin Seddi’nin aşarsınız ama AVM inşaatını önleyemezsiniz. İstanbul Film Festivali’nin yapıldığı günlerde, sinemanın yıkılmasını önleme yürüyüşünde, tazyikli su ve biber gazı kullanılmasını, AB’ye layık(!) bir ülke olduğumuzu ispatlama açısından da çok uygun buldum. İKSV’nin (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) davetlisi olan ve bu yürüyüşe katılan yabancı konukların, karşılaştıkları meydan savaşı, bir özgürlük(!) belgeseli çekilecek yerin Türkiye olduğuna karar vermelerini sağlamıştır. Çünkü Emek Türkiye’de sinemadır ve sinemacılar, sinemanın özgürlüğünü istiyorlar! Hepimiz istiyoruz! Her köşe başında karşımıza çıkan AVM’lerden bir tane daha -üstelik yanı başında bir tane varken- istemiyoruz!
İKSV’nin bildirisini okuyalım: “İstanbul Film Festivali’nin konuğu olarak İstanbul’da bulunan yönetmenler Costa-Gavras, Mike Newell, Marco Bechis ile Jan Ole Gerster’in yanı sıra Türkiye’den birçok yönetmen ve oyuncu ile yerli ve yabancı birçok sinema yazarının da katıldığı yürüyüşte, Emek Sineması’nın sokağına girmek isteyenlere müdahalede orantısız güç kullanılmıştır. İstanbul’un kültürel hafızasına sahip çıkmaktan başka düşüncesi olmayan sinemaseverlere yapılanları kınıyoruz”.
* * *
BİR kültür yürüyüşünde tazyikli su, biber gazı kullanmak, artık kültürel anlayışın da şiddet yoluyla bastırılma döneminin açıldığını gösteriyor. Her şey hukuk değildir. Bina satılmış, davayı kazanmışlar, önlerinde bir engel yok, yargısı büyük şehirler için geçerli bir gerekçe değildir. Hiç kuşkusuz bunu önlemek Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yetkisini aşar, ancak başka çözümler de vardır! Hükümet ya da belediye burayı kamulaştırabilir, kamulaştırmalıdır da! Daha insaflı bir çözüm önerelim, devlet bu binayı satın alabilir ve İstanbul halkına armağan edebilir. Sinema yerinde kalması koşuluyla, kültürel amaçlı başka mimari çalışmalar yapılabilir. İstanbul’da rant uğruna o kadar çok tarihi bina yıkıldı ki, bari elimizde kalanların yıkılmaması için mücadele verelim. Avrupa Kültür Başkenti olduğu sene, İstanbul’da hangi tarihi binalar onarıldı? Şehirde eksik olan hangi binalar yapıldı? Kültür Başkenti ne hikmetse Kültür Bakanlığı’nın yetkisi dışında bırakıldı!
Emek’in yıkımının durdurulması, önlenmesi için düzenlenen yürüyüşte sanatçıların, bir sanatçı bilinci ile hareket ettiklerini sanırım kamuoyu anlamıştır. Bu böyle devam ederse sinemaseverlerin, sinemacıların, aydınların yanına halktan kişilerin de katıldığını göreceğiz.
Emek’in yaşaması için, hepimiz çabamızı birleştireceğiz.
* * *
KÜLTÜR barbarlığına hayır diyebilmeliyiz. Tazyikli suya, biber gazına rağmen.
Paylaş