Paylaş
Delilik nedir? Deli kime denir? Türkiye’de deliye, deliliğe nasıl yaklaşılmıştır? Halkın tımarhane dediği bimarhaneler nasıl yerlerdi? Delilere nasıl muamele edilirdi?
Fatih Artvinli’nin Delilik, Siyaset ve Toplum / Toptaşı Bimarhanesi (1873– 1927) kitabını okuduğunuzda bu soruların bilimsel ve belgesel yanıtını bulacaksınız.
Geçmişte delilere yapılan gayrıinsanı muamelenin zaman içinde nasıl düzeltildiğini öğreneceksiniz.
Delilere reva görülenlere belli bir zaman dilimi içinde bakan Artvinli, bir bimarhane ekseninde Türkiye’de deliliğin tarihini anlatıyor bize. Onun yanı sıra Batı’yla bu süre içinde olan etkileşimleri de aktarıyor. Bu etkileşimde, teşhis ve tedavi konusundaki gelişmeleri de izleyebiliyoruz.
Ünlü doktorların bu bimarhaneyi nasıl yönettiklerini, bilimsel anlayışlarını, sonuçlarını aktarırken bu yönetimlerin siyasetle ilişkisine de değiniyor.
İlk dönemde deliye, tedavi edilmez bir yaratık olarak bakılıyor. Adeta ölüme terk ediliyor. Terk edilmişlikleri, zincire bağlanarak bir odaya tıkılma şeklinde gerçekleşenler bile var. Bu durum da genel tavrı özetliyor zaten.
Artvinli, Giriş’te şöyle yazıyor: “Bu kitap bir yandan hakkında sınırlı bilgi sahibi olduğumuz Toptaşı Bimarhanesi’nin, tarih içindeki kurumsal sürekliliğini takip etmeye çalışırken diğer yandan bu süreçte ne tür farklı toplumsal kesişme konuları ve temalarının olduğunu anlatmaya çalışmaktadır.”
Gerek Süleymaniye gerek Toptaşı bimarhanelerinin gelişmesi ve oralarda olumlu gelişmelere imza atan kişiler hakkında bilgi bulabileceksiniz kitapta. Bunlardan biri Dr. Luigi Mongeri.
Hastaların şikâyetleri, durumun düzeltilmesini sağlamış. Özellikle bürokratların, seçkin hastaların şikâyetleri etkili olmuş bunda.
Bu yönüyle kitap, sadece bir kurumun değil, Türkiye özelinde deliliğin tarihi olarak okunabileceği gibi, siyasi panoramayla da örtüşen bir bakış açısına sahip. Türk bürokrasi tarihine dair de önemli işaretler veriyor bize...
Süleymaniye Bimarhanesi’nden Toptaşı’na nakil esnasında olanların tanıklarından biri de Basiretçi Ali Efendi’dir. “Ellerinde ikişer su kovası, arkalarında birer aba, başlarında birer beyaz takkeli dört kişi ve yanlarında da bir nöbetçi, bu kişiler darüşşifadaki mecaninlerdendi ve kendilerine akşam üzeri ta Kırkçeşme’den su taşıttırılıyor” sözleriyle delilere nasıl su taşıtıldığını belirtiyor Ali Efendi. Ve eğer bu oradaki hizmetçilerin fikriyse bunun asla kabul edilemeyeceğini belirterek durumu Tıbbiye Nezareti’nin dikkatine sunuyor.
“Darüşşifa’nın eski halini işitirdik ki mecanine ağır zincir vurularak pencerelere rabt ü bent edilmek (bağlanmak), eyyam-ı şitâda (kış günlerinde) taş üzerlerine oturtturulmak gibi şeyler ki ol vakit akıllı adam bunu görünce çıldırmak derecesinde müteessir olur. Şimdi bu teessürün burada biri görülmeyip onlar da rahat bir halde olarak az vakit zarfından şifayab oluyorlar.” Basiretçi Ali Efendi’nin dünden bugüne saptamaları, bir ölçüde gelişimi bize aktarıyor.
19. yüzyılda neden dünyanın her köşesinde akıl hastaneleri inşa edildiği konusuna da detaylı olarak değiniyor Artvinli:
“19. yüzyılda dünyanın her köşesinde, akıl hastaneleri inşa furyası başlamıştı. ‘Tımarhaneler çağı’ olarak da adlandırılan bu yüzyılda, akıl hastası ve akıl hastaneleri sayısındaki artışın nedenleriyle ilgili çok farklı görüşler öne sürülmüştür. Tımarhanenin artışını açıklama konusunda tarihçiler arasında bir anlaşmazlık vardır. Tımarhanelerin artışı, modernleşmenin neden olduğu akıl hastalıklarındaki gerçek bir artıya toplumun cevabı mıydı yoksa zararlı davranışlar, hareketler karşısında daha hoşgörüsüz hale gelen devletlerin bir vazifesi, işi miydi? Yoksa giderek doktorların ve alienistlerin gelişen profesyonel güçleriyle mi ilgiliydi?”
Kitabın ilgi çekici bölümlerinden birinin başlığı; Bimarhanede Gündelik Yaşam ve Hastalar.
Nüfusu esas olarak yoksullar, işçiler, çiftçiler, askerler ve toplumun benzer kesimlerinden gelen insanlardan oluşan bimarhanelerin gündelik yaşamı da en az şehirler kadar enteresan...
Saray, Cinnet ve Devr-i İstibdat, siyaset ve akıl hastalığı ilişkisini gündeme getiriyor. V. Murad’ın akıl hastalığı raporunun imzalanmasından sonra, yazarın belirttiğine göre, II. Abdülhamid’in en büyük kâbusu V. Murad’ın iyileşmesiydi. Meşrutiyet’in ilk el koyduğu yer de buralardı.
Kitaptaki ‘Sonuç’ bölümünü de muhakkak okuyun.
Emek verilmiş ve önemli bir kitap.
Doğan Hızlan’ın seçtikleri
Solgun Ateş
Vladimir Nabokov
İletişim
Geç Kalan Adam - Ahmet Hamdi Tanpınar
Sefa Kaplan
Doğan
Edebiyat ve Delilik
Mehmet Narlı
Akçağ
Sırça Fanus
Sylvia Plath
Kırmızı Kedi
Paylaş