Paylaş
Yazılan yazılara, yapılan analizlerin birçoğuna, söylenen sözlere bakınca onları anlamak için adamakıllı bir çaba harcanmadığını görüyoruz.
Çünkü biz onları anlamak istemedik, hep onlar bizi anlasın istedik.
Onları apolitik bir alana hapsettik, politikanın sadece politikacılara ait olduğu gerçeğini kabul etmeleri için zorladık. Oysa artık -iyi yazar Tarık Dursun K.’yı anarak belirteyim- politika sadece lacileri çekenlerin uğraş alanı değil.
Başta TBMM üyeleri olmak üzere, onlara bir anket sorusu sormak istiyorum.
Ne okuyorsunuz? Ya da gençlerin okuduğu kitap ve dergilerden, özellikle mizah dergilerinden oluşan bir liste sunacağım onlara, bunlardan hangisini okudunuz, okuyorsunuz diye soracağım... Ortalığı mutlak bir sükût kaplayacağından kuşkum yok. Belki bu durum birçok ana-baba için de geçerli.
Mizah dergilerini okuyan kuşağın Gezi Parkı toplantılarında nasıl yaratıcı espriler yaptığını okuyorum, şarkılarını dinliyorum. Onlarla beraber neden gülmüyoruz? Neden kendimizi sarakaya alamıyoruz? Neden sahte ciddiyetin bu kadar esiriyiz?
Eğer onların okuduğu kitapları bilmiyorsanız, eğer onların okuduğu mizah dergilerinin yüzünü görmemişseniz, o gençleri anlamanız, mesajlarını doğru okumanız mümkün mü?
Hep öğrettiklerimizi öğrenen, onları tekrar eden papağan/insanlar yetiştirmek için lüzumsuz yere ısrar ediyoruz. Abesle iştigal genlerimizde var, zihnimizden bunu bir türlü atamıyoruz.
Ben bir politikacı olsaydım, onların şarkılarını koroya katılarak söylerdim.
Onlara rehber tavsiye edeceğimize neden bazı konularda, yaşamın değişken akışında onları rehber kabul etmiyoruz?
Artık dünkü çocuk kavramı tarihin mezarına gömüldü. Deneyim sözü eskisi kadar yaşamımıza egemen değil. Dünyadaki birçok teknolojik icadı genç kuşağın gerçekleştirdiğini umarım okumuşsunuzdur, ders de almışsınızdır.
* * *
GENÇLERE örnek vererek, onları formatlayarak, düşünen, eleştiren bir kuşak yetiştiremeyiz.
Çünkü onlar, her şeyi eleştiriyorlar ve statükodan uzak, yarına dönük bir anlayışla değerlendiriyorlar.
Bir filozof ne demişti? Bir öğrenci hep öğrenci kalırsa öğretmenine en büyük kötülüğü yapar. Bizlere, eski kuşaklara bu kötülüğü yapmalarını mı istiyoruz.
Biz çeşitli alanların, sanatın, kültürün rehber olacak niteliğindeki insanları onlara anlatalım, iletelim, ama böyle olun demeyelim.
Büyük usta Nâzım Hikmet ne güzel söylemiş: “Ben babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim”.
Klonlanmış ideolojik bireyler yaratmak için çırpınıyoruz. Birbirine benzer, çeşitliliği, farklı düşünceyi engelleyen bir tekdüzelik. Yeniliğe kapalı.
Türkiye ölçeğinde birkaç belediye hariç, birçok belediyenin düzenlediği sempozyumlar iki-üç adın çevresinde dolanıp duruyor. Oysa genç kuşağın okuduğu çağdaş birçok yazar, şair var... Ama ısrarla o üç kişiyi örnek almalarını, edebiyatçı ve düşünce adamı olarak sadece onları bilip okumalarını istiyoruz. Hiç de gerçekçi olmayan bir devekuşu anlayışı. Hepsinin okuduğu, dinlediği, beğendiği şeyler farklı. Ama onlar belli kavramlarda, ana isteklerde buluşuyorlar, ayrıntının yarattığı farklılıkları zenginlik olarak değerlediriyorlar! Küresel, global kelimelerini çok kullanıyoruz, artık gençler, gençlik hareketleri yerel, ulusal bir kültür anlayışını yansıtmıyor. Dünya vatandaşı olmanın ilkelerini, kurallarını ortaya koyuyor.
Ne diyorlar? Bize reçete sunmayın, seçimi biz yapalım.
Bırakın gençleri, artık çocuklar bile kendi seçtikleri kitapları okuyorlar, ana-babaların seçtikleri kitapların kapağını açmıyorlar. Servet-i Fünun’dan beri, yenilikler, değişimler, yarınlar sizin desek de, uygulamaya gelince gençlere çömez muamelesi yapıyoruz! En büyük hata da burada ortaya çıkıyor!
Paylaş