Bazı kitaplar vardır ki, yayınlandıkları dönemde, kafamızdaki birçok sorunun yanıtını onda buluruz. Emre Kongar’ın Demokrasimizle Yüzleşmek adlı kitabı bu tür, işlevsel bir çalışma.
Toplumbilimci Kongar, kitabında; kuramlar arasında bizi çözümsüz ve sonuçsuz labirentlerin içinde bırakmıyor. Yalın bir dille, çoğunluğun anlayabileceği gündelik örnekler vererek, yaşadığımız siyasal olaylara, açmazlara göndermeler yaparak, bilimsel eserlerin de anlaşılabileceğini kanıtlıyor.
İçindekiler bölümünde konu başlıklarını okuyan herkeste, okuma isteği uyanacaktır.
Çünkü gazetelerde, televizyonlarda, dergilerde yayımlanan haberlerin, yazıların tarihi bir perspektiften değerlendirilmesi, günübirlik yazıların temellendirilmesi için bu kitaptan yararlanacaksınız.
Giriş’te yazar kitabın hedefini, amacını iki cümlede özetlemiş: "Bu açıdan, bu kitabın iki ekseni olacak: Ağırlıklı olarak Demokrasi ve arka planda da Küreselleşme."
Nereye Gidiyoruz?’da sorular soruyor: "Türkiye, bir yolda hızla ilerliyor: Nereye?
Çağdaş yapıya doğru mu, yoksa çağ gerisi bir düzene mi?
’Avrupa Birliği’ne mi, yoksa ’Ilımlı İslám Devleti’ne mi ya da Malezya’ya doğru mu?"
Her gün birçoğumuz bu soruları soruyor, herkes farklı karşılıklar veriyor. Elbet bu Türkiye’deki durumu değişik algılama, dünya görüşü kavramlarıyla doğru orantılı olarak yorumlamada farklılık getiriyor.
Demokrasi hareketini tarihi gelişim içinde anlatırken, dünden ve bugünden örneklerle, görüşünü pekiştiriyor.
Demokraside kurumlar nasıl işlemelidir? Türkiye’de durum nasıldır? Türkiye’de demokrkasi kavramını sakatlayan ve açmazlara sürükleyen yozlaşmalar neler, yanlış uygulamalar hangileri? Kongar bunları tek tek açıklıyor.
Bazı bölüm başlıkları var ki, bunların mutlaka okunması gerekiyor.
Sözgelimi, Demokratik Rejimin Temel Kuruluş İlkeleri, Demokratik Rejimin Genel İşleyiş İlkeleri gibi.
Kongar, çok tartıştığımız yüzde 10 barajını söz konusu edip, çoğunluğu alan iktidarın her şeyi yapamayacağını, yapmaması gerektiğini, demokrasi kavramının ışığında irdeliyor: "Örneğin bir iktidar Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa sahip de olsa, demokratik rejimin güvencesi olan láiklik ilkesini veya demokratik işleyişi güvenceye alan Anayasa Mahkemesi’ni kaldıramaz. Tabii ki kaldırmaya gücü yeter, ama o zaman o rejimin adı demokrasi olmaz."
Kongar, dış güçleri şöyle sınıflıyor: "Türkiye iki büyük emperyalist gücün etkisi altındadır:
1) ABD’nin ve AB’nin liderliğindeki Batı Emperyalizmi.
2) Halkın dini inançlarını da sömürerek ülkeyi pençesine alan Arap Emperyalizmi."
Demokrat Birey, Eğitim ve Kadın bölümünde; kadınları ikinci sınıf vatandaş gören zihniyetin köklerini inceliyor.
Kadınların ve gençliğin sorunlarını, durumunu, konumunu demokrasi ekseninde inceleyen toplum bilimci Kongar, iktidar ve tayinler konusunda da alıntılarla zenginleştirmiş kitabını.
Bizdeki olayları, davranışları, aile içi şiddeti inceleyen yazar şu yargıya varıyor: "Sevgili okurlarım, bu bölümü bitirirken toplumca kadınlarımıza uygulanan ayrımcılığa dikkati çekmek istiyorum.
Çünkü kadınlarına saygı ve sevgi göstermeyen, onlara eşit davranmayan bir toplumda demokrasinin gelişmesi olanaksızdır."
Laiklik karşıtlığının en büyük tehlike olduğunu savunan Kongar, Laikliğin Püf Noktası ve Türban’da, laikliğe karşı tezleri altı ana başlık altında toplamış.
Demokrasi ve Küreselleşme’nin ilk cümlesi, bu kavramın önemini belirtiyor: "Küreselleşme o denli güçlü bir akım ki, hiçbir ülkenin bunun dışında kalması olanaklı değil."
Huntington Bölücülüğüne Devam Ediyor başlıklı bölümde bir cümle, yazarın araştırıcı hakkındaki kanısını ortaya koyuyor: "Huntington Türkiye’yi sevmiyor."
Müslüman bir tarım toplumundan sosyal bir hukuk devletine geçişimizi, Batı uygarlığına benzeyemeyeceğimizi iddia etmesinden ötürü onu şöyle tanımlıyor: "Yani sözcüğün tam anlamıyla, hem ırkçı, hem dinci çizgide bir ’Faşist’."
Gene çok sözü edilen Mahalle Baskısı konusunda da değişik düşüncelerle, bu kavramı aydınlığa çıkarıyor.
Azınlık Milliyetçiliği konusundaki saptaması da sanırım birçok olayın serinkanlı incelenmesini sağlayacaktır: "Sevgili okurlarım, faşizan çizgiye kayan çoğunluk milliyetçiliği bir demokrasi için ne denli tehlikeliyse, ayrılıkçı çizgiye kayan azınlık milliyetçiliği de o denli tehlikelidir."
Demokrasimizle Yüzleşmek’i masanızda, kitaplığınızda bulundurun, çünkü bir kez okumakla rafa kaldırcağınız cinsten bir kitap değil. Sık sık bakmak gereği duyacağınız bir çalışma.
Bazı kitaplar vardır ki, yayınlandıkları dönemde, kafamızdaki birçok sorunun yanıtını onda buluruz. Emre Kongar’ın Demokrasimizle Yüzleşmek adlı kitabıbu tür, işlevsel bir çalışma.
Toplumbilimci Kongar, kitabında; kuramlar arasında bizi çözümsüz ve sonuçsuz labirentlerin içinde bırakmıyor. Yalın bir dille, çoğunluğun anlayabileceği gündelik örnekler vererek, yaşadığımız siyasal olaylara, açmazlara göndermeler yaparak, bilimsel eserlerin de anlaşılabileceğini kanıtlıyor.
İçindekiler bölümünde konu başlıklarını okuyan herkeste, okuma isteği uyanacaktır.
Çünkü gazetelerde, televizyonlarda, dergilerde yayımlanan haberlerin, yazıların tarihi bir perspektiften değerlendirilmesi, günübirlik yazıların temellendirilmesi için bu kitaptan yararlanacaksınız.
Giriş’te yazar kitabın hedefini, amacını iki cümlede özetlemiş: "Bu açıdan, bu kitabın iki ekseni olacak: Ağırlıklı olarak Demokrasi ve arka planda da Küreselleşme."
Nereye Gidiyoruz?’da sorular soruyor: "Türkiye, bir yolda hızla ilerliyor: Nereye?
Çağdaş yapıya doğru mu, yoksa çağ gerisi bir düzene mi?
’Avrupa Birliği’ne mi, yoksa ’Ilımlı İslám Devleti’ne mi ya da Malezya’ya doğru mu?"
Her gün birçoğumuz bu soruları soruyor, herkes farklı karşılıklar veriyor. Elbet bu Türkiye’deki durumu değişik algılama, dünya görüşü kavramlarıyla doğru orantılı olarak yorumlamada farklılık getiriyor.
Demokrasi hareketini tarihi gelişim içinde anlatırken, dünden ve bugünden örneklerle, görüşünü pekiştiriyor.
Demokraside kurumlar nasıl işlemelidir? Türkiye’de durum nasıldır? Türkiye’de demokrkasi kavramını sakatlayan ve açmazlara sürükleyen yozlaşmalar neler, yanlış uygulamalar hangileri? Kongar bunları tek tek açıklıyor.
Bazı bölüm başlıkları var ki, bunların mutlaka okunması gerekiyor.
Sözgelimi, Demokratik Rejimin Temel Kuruluş İlkeleri, Demokratik Rejimin Genel İşleyiş İlkeleri gibi.
Kongar, çok tartıştığımız yüzde 10 barajını söz konusu edip, çoğunluğu alan iktidarın her şeyi yapamayacağını, yapmaması gerektiğini, demokrasi kavramının ışığında irdeliyor: "Örneğin bir iktidar Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa sahip de olsa, demokratik rejimin güvencesi olan láiklik ilkesini veya demokratik işleyişi güvenceye alan Anayasa Mahkemesi’ni kaldıramaz. Tabii ki kaldırmaya gücü yeter, ama o zaman o rejimin adı demokrasi olmaz."
Kongar, dış güçleri şöyle sınıflıyor: "Türkiye iki büyük emperyalist gücün etkisi altındadır:
1) ABD’nin ve AB’nin liderliğindeki Batı Emperyalizmi.
2) Halkın dini inançlarını da sömürerek ülkeyi pençesine alan Arap Emperyalizmi."
Demokrat Birey, Eğitim ve Kadın bölümünde; kadınları ikinci sınıf vatandaş gören zihniyetin köklerini inceliyor.
Kadınların ve gençliğin sorunlarını, durumunu, konumunu demokrasi ekseninde inceleyen toplum bilimci Kongar, iktidar ve tayinler konusunda da alıntılarla zenginleştirmiş kitabını.
Bizdeki olayları, davranışları, aile içi şiddeti inceleyen yazar şu yargıya varıyor: "Sevgili okurlarım, bu bölümü bitirirken toplumca kadınlarımıza uygulanan ayrımcılığa dikkati çekmek istiyorum.
Çünkü kadınlarına saygı ve sevgi göstermeyen, onlara eşit davranmayan bir toplumda demokrasinin gelişmesi olanaksızdır."
Laiklik karşıtlığının en büyük tehlike olduğunu savunan Kongar, Laikliğin Püf Noktası ve Türban’da, laikliğe karşı tezleri altı ana başlık altında toplamış.
Demokrasi ve Küreselleşme’nin ilk cümlesi, bu kavramın önemini belirtiyor: "Küreselleşme o denli güçlü bir akım ki, hiçbir ülkenin bunun dışında kalması olanaklı değil."
Huntington Bölücülüğüne Devam Ediyor başlıklı bölümde bir cümle, yazarın araştırıcı hakkındaki kanısını ortaya koyuyor: "Huntington Türkiye’yi sevmiyor."
Müslüman bir tarım toplumundan sosyal bir hukuk devletine geçişimizi, Batı uygarlığına benzeyemeyeceğimizi iddia etmesinden ötürü onu şöyle tanımlıyor: "Yani sözcüğün tam anlamıyla, hem ırkçı, hem dinci çizgide bir ’Faşist’."
Gene çok sözü edilen Mahalle Baskısı konusunda da değişik düşüncelerle, bu kavramı aydınlığa çıkarıyor.
Azınlık Milliyetçiliği konusundaki saptaması da sanırım birçok olayın serinkanlı incelenmesini sağlayacaktır: "Sevgili okurlarım, faşizan çizgiye kayan çoğunluk milliyetçiliği bir demokrasi için ne denli tehlikeliyse, ayrılıkçı çizgiye kayan azınlık milliyetçiliği de o denli tehlikelidir."
Demokrasimizle Yüzleşmek’i masanızda, kitaplığınızda bulundurun, çünkü bir kez okumakla rafa kaldırcağınız cinsten bir kitap değil. Sık sık bakmak gereği duyacağınız bir çalışma.
Milletvekillerini genel başkanların tayin ettiği Türkiye
Türkiye’de demokrasinin en önemli ayıplarından biri, milletvekili adaylarının, partili ya da partisiz seçmenler tarafından değil, doğrudan genel başkanlar tarafından belirlenmesidir.
Tabii siyasal partiler yasasında, adayların seçim yoluyla belirlenmesine olanak sağlayan hükümler var.
Ama hemen hemen hiçbir parti bu olanakları kullanmayıp adayları merkezden belirliyor...
Merkez demek ise genel başkan demek.
Genel başkanları partinin kurultay delegeleri seçer. Bu delegeler partiye kayıtlı, yani partili vatandaşlar tarafından (güya) seçilir. Partiye girmek isteyen vatandaşların kayıtlarını ise il veya ilçe örgütleri yapar. Yine partililer tarafından seçilmeleri gereken bu örgütler de bütünüyle genel merkez tarafından belirlenir. Genel başkanı seçecek olan kurultay delegeleri güya (zaten genel merkeze bağlı olarak kayıtları yapılmış olan) partili vatandaşlar tarafından seçilir. Böylece genel başkanı seçecek olan delegeler, onları seçecek olan partiye kayıtlı üyeler ve bunları belirleyen parti örgütleri yukarıdan, parti merkez örgütü tarafından belirlenmiştir.
Milletvekillerini halk yerine genel başkanların seçmesi sonucunda Meclis sadece işlevini yitirmekle kalmaz, Türkiye’yi tek bir kişi, iktidar partisinin genel başkanı yönetir. Tabii yönetici sayısı koalisyon hükümetlerinde, ortaklığa katılan parti sayısıyla orantılı olarak çoğalır. Ama sonuç değişmez. Türkiye’yi seçilmişlerden oluşan bir meclis değil, "Liderler Oligarşisi"nin ürünü olan atanmış ve bu nedenle de genel başkanın sözünden çıkmayan milletvekilleri yönetir.
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Nikolay Gogol Ölü Canlar İletişim
Müjgan Yıldırım Bir Rönesans Adamı - Doğan Kuban Kitabı İş Bankası Kültür Yayınları