DÜN Sakıp Sabancı Müzesi’nde Tohum adını taşıyan yeni salonda ilk kez bir konferans düzenlendi. Salon, elips biçiminde, önce yumurtaya benzetmişler, daha sonra adını Seed koymuşlar. Sabancı Üniversitesi Rektörü Tosun Terzioğlu, Türk cumhuriyetlerinin bazılarında Seed’in "Yumurta" anlamına geldiğini söylemiş.
Salonun mimarı Nevzat Sayın.
Güler Sabancı, proje ona götürüldüğünde, simsiyah bir salonu hayal etmeye başlamış, olur demişler.
Bütün salon simsiyah. Peki diyeceksiniz ki, bu siyahlığı ne açıyor? Koltuk/iskemlelerin renkleri. Her koltuk ayrı renkte, yan yana konulunca, siyahın amacı daha bir belirginleşiyor. Sarıdan kırmızıya, griden maviye giden koltuk renkleri. Bir rengáhenk sağlanmış.
Salon ilk kez kullanıma açılıyor, gerçek, törensel açılışı ileride yapılacak.
Önünde büyük bir teras var, sigara içenler de unutulmamış.
Alanıma dönmeden önce kısa bir bilgi vereyim.
İspanya - Türkiye Konferansı’nı düzenleyenler; Sabancı Üniversitesi, İstanbul Politikalar Merkezi, IEmed (The European Institue of the Mediterranean).
Güler Sabancı’nın açılış konuşmasının beni ilgilendiren bölümü, Sabancı Müzesi’nde açılan Picasso ve Dali sergilerinden söz etmesiydi.
Buna karşılık, Müze’nin Hat Sanatı koleksiyonu da İspanya’da sergilenmişti.
Konferansa katılanlara, İlter Turan’ın yazdığı "Türkiye ve Avrupa Birliği: Madalyonun Öteki Yüzü" kitapçığı dağıtıldı.
* * *
BUGÜN saat 19.30’da Topkapı Sarayı’nda "Aynı denizin uçlarında - Dünya’ya yolculuğun fotoğrafında El Hamra ve Topkapı Sarayları" adlı sergi açılacak.
Sergi kataloğunun başında Recep Tayyip Erdoğan ile Jose Luiz Rodriguez Zapatero’nun giriş yazıları bulunuyor.
Erdoğan, girişte şöyle diyor:
"İspanyol mimarisi de musikisi de hem Rönesans Avrupa’sının ama Endülüs’teki İslam Rönesansı’nın izlerini taşıyordu. İspanya’nın büyük rakibi Türklerle benzeşen yanları öbür Hıristiyan kardeşlerininkinden daha çarpıcıdır. İspanya’da bir Türk’ün bütün yabancılığına rağmen zaman zaman kendini evde hissetmesi bir tesadüf değildir."
Zapatero ise yazısında fotoğrafın tanıklığına değiniyor:
"Aynı denizin uçlarında da Jean Laurent veya Abdullah Biraderler saygınlığındaki fotoğrafçılar, Akdeniz’in her iki ucundaki en önemli ve en sembolik İslam sarayları olan El Hamra ve Topkapı Sarayları’nı görüntülüyor... Gezginlerin bazen gerçeği çarpıttıkları doğrudur. Ancak görüntüleri sadece ’yayımlamak’ tanıtmak bile buluşma için elverişli bir diyalog oluşturuyordu."
İki dilde (Türkçe - İspanyolca) Madrid Türk Büyükelçiliği’nin hazırladığı "Tarih Boyunca Türk - İspanya İlişkileri" kitabının başında Büyükelçi Ender Arat’ın bir girişi yer alıyor.
Pedro Martinez Montavez’in yazdığı Büyükelçi Zeki Kuneralp’in Anılarındaki İspanya, İlber Ortaylı’nın Tarih Boyunca Türk - İspanya İlişkileri, Pablo Martin Asuero’nun İspanyol Seyyahların Gözüyle İstanbul (1784 - 1915) yazılarını okumanızı salık veririm.
Türkiye’de İspanyol Edebiyatı başlıklı incelemede, birçok İspanyol yazarın dilimize çevrildiğini öğreneceksiniz.
Rafael Carpintero’nun İspanyolca’da Türk Edebiyatı yazısı; üzerinde durulmaya, tartışılmaya değer bir yazı.
Hatta yazının çözüm önerileri de uygulama alanına konulabilir. Yazar tanınan yazarların azlığını vurguluyor:
"Türk edebiyatı, diğer pek çok edebiyat gibi, çeviri ve çevirmen eksikliği, okurun ilgisizliği ya da bilgi eksikliği gibi nedenler yüzünden İspanya’da yeterince tanınmamakta, varolan ilgi ise yalnızca Názım Hikmet, Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’tan oluşan üçlünün yapıtları üzerinde yoğunlaşmaktadır."
Carpintero, yazısında üçlü üzerine düşüncelerini de belirtiyor.
* * *
BU konferanslar, buluşmalar, kültürel bağların, çevirilerin artması için de kullanılmalı.