Paylaş
Portakal'ın düzenlediği pazar günkü müzayedeyi ben de izledim. Şimdiye kadar hep kitap müzayedelerinde bulunmuştum, bir de böylesini görerek bir mukayese yapabilirim diye düşündüm.
Müzayede konusunda donanımlı biri değilim. Bu yüzden oradaki deneyimli arkadaşlarımdan epey bilgi topladım. Kimisi işin püf noktasını öğretti, kimisi de sosyolojik açıdan salon tipolojisi konusunda beni aydınlattı.
Yazının üslubu; onların sayesinde mi, yoksa onun yüzünden mi desem daha uygun olur bilmiyorum, ironinin acısı biraz fazla kaçtı.
Dediklerini sadık bir biçimde köşeme almasaydım, o zaman da bilgi kaynağıma ihanet etmiş olacaktım.
Bildiğiniz üzere - belki de bilmiyorsunuz - müzayedeye katılanlar ellerine, ucunda numara yazılı bir sopa alırlar, buna da müzayede terminolojisinde bayrak denir.
Eli bayraklılar, eli soplalılar, ne derseniz deyin.
Sopa sözü daha hoşuma gitti.
Şimdi tecrübeli dostumun anlattıklarına geçelim...
* * *
ONA göre, salondakiler sopalılar - sopasızlar diye ikiye ayrılır.
Sopasızlar da kendi içinde sınıflara ayrılıyor:
1) Gerçekten sanata meraklı olup da, müzayedede mal alacak kadar parası olmayanlar. Onların amacı sanat tutkularını tatmin etmek, ben de oradaydım, diyebilmek. Bir takım sanat yazarları, güzel sanatlar öğrencileri ve mensupları bu bölüme girer.
2) İkinci takıma dahil olanlar, ortalarda arz-ı endam ederek acaba fotoğrafım çıkar mı diye müzayedeye koşanlardır. Bir iki müzayedede avara kasnak gibi dolaştıktan sonra, üçüncü müzayede de ellerinde sopayla rastlanır onlara.
Gelelim sopalılar'a :
Onlar da kendi içlerinde üçe ayrılmakta:
1) Sahici müzayede müşterileri. Parçalar hakkında bilgi sahibi olan saygın kişilerdir. Onların danışmanları olduğunu unutmamak gerekir. Hatta zaman zaman başkaları onlar adına sopa kaldırır. Sopa talimatı telefonla verilir.
2) Bu maddede yer alanların sanata filan düşkünlüğü yoktur, hatta sanat umurlarında değildir... Üstelik bunca parayı da zevk için vermezler, onların amacı eve gelenlere antikalarını gösterebilmektir. Onlara 'teşhirci' diyenler de vardır.
3) Sıra geldi kalabalığın en gösterişçi takımına: Antika alacak ne paraları vardır ne de zevkleri. Sadece orada görünmek, fotoğrafa ve kamera karesine girebilmek için bu kadar zahmete katlanmışlardır. Müzayedede beş para harcamazlar ama ertesi gün bütün paralarını gazetelere yatırır kendilerini ararlar, akşam da televizyon kanallarını zaplayarak sabahı bulurlar. İpe sapa gelmez diyenlere de rastlanırmış.
4) Tüccar sopalılara gelince... Bunlar kár için alırlar ama tüccar sözünden hoşlanmazlar, kendilerinin yatırımcı (investor) olarak anılmasını isterler.
Arkadaşım kendini sopasız gözlemci olarak nitelendiriyor.
Bu da tek kişilik bir kategori, otantik, kaliteli sopasızlar da ilerde belki bir sınıf oluştururlar.
Ben de orada yerimi almak dileğindeyim.
* * *
BU sınıflandırmadan sonra, salonun insan haritasını daha iyi anladım.
Bir de hiç bir şeyden memnun olmayan takımı var ki, Türk ressamlarına verilen paranın devede kulak olduğunu söyleyip, ardından da bir Van Gogh yok, bir Picasso yok diye hayıflanıyorlar.
Bir daha müzayedeye gidersem, gene de elime bir sopa alacağım. Yapışmaz ya.
Potansiyel alıcı görüntüsü, kompleksten kurtulmanın en sağlam yolu.
Paylaş