Tarihçi olmak, Türkiye’de emek ve yürek isteyen bir iştir. Hele siyasal tarihimizi yazıyorsanız, söylentilere, resmi tarihe ihtiyatla bakıp, belgelere dayanacaksınız.
İşte bu anlayışla siyasal tarihimizi yazdığınızda, genel geçer bilgilere, tekrarlara yüz vermediğiniz için aykırı konumuna düşersiniz.
Tarihçi Mete Tunçay’ı en öz biçimde böyle tanımlayabilirim.
Mete Tunçay’a Armağan’ın kapağını açmadan önce, olumlu bir önyargıyla başladım yazıma.
Armağan’ın kapağında "Derleyenler" sözünün altında üç ad var: Mehmet Ö. Alkan, Tanıl Bora, Murat Koraltürk.
Sunuş’ta onun tarihçi, bilimadamı kişiliği üzerine notlamalar yer alıyor: "Bir konunun derinliklerine dalıp gitmenin tutkulu sebatkárlığının timsalidir. Sosyal bilimlerle uğraşanların, bir derdin, bir ince merakın peşinde uzun mesafeler yüzmektense moda olanın havuzlarında gidip gelmeye eğilim gösterdikleri bir zamanda, anıtlaştırılacak bir haslet değil mi?"
Sunuş’u Kerem Coşkuner’in hazırladığı Mete Tuncay Kaynakçası izliyor.
Mehmet Ö. Alkan-Tanıl Bora-Murat Koraltürk’ün Mete Tunçay’la Söyleşisi’ni mutlaka okuyun.
Söyleşi, birçok unsuru içeriyor.
En önemlisi, Tunçay’ın kendi hocalarına ve öğrencilerine yaklaşımı, değişik öğrenci kuşakları hakkındaki saptamaları, kendi yaşamıyla ilgili dönüm noktaları, bir tarihçi olmak için yapılması gerekenler, okuma-öğrenme aşamaları, Türk solunun, solcusunun düşünceleri, onların tanıklıklarından doğan bilgiler.
Söyleşi; hem önemli bir tarihçinin akademik yaşamından izdüşümleri, hem anıları, hem öğretim sistemini, hem de cumhuriyet tarihimizin iskeletini bize gösteriyor.
Tarih çalışmaları, öğretmenleri etkiledi mi? Bunun cevabını Tunçay kendisi veriyor.
"Ama bir noktada hayal kırıklığımız oldu. Özellikle ortaöğretimin, yani lise tarih öğretmenlerinin üzerinde etkili olmayı umuyorduk. Onların ilgisini çekemedik. Çok küçük bir oran dışında ilgisini çekemedik."
Mete Tunçay Hakkında bölümünde İlhan Tekeli’nin, Ümit Hassan’ın, Murat Belge’nin yazıları var.
İki, üç ve dördüncü bölümlerde de incelemeler yayımlanmış. Siyasal düşünceler tarihi ve siyaset bilimi teorisi, Türkiye’de solun ve sol düşüncenin tarihi, erken Cumhuriyet dönemi ve Tek-Parti rejimi üzerine düşünceler yer alıyor bu bölümde. Yerli ve yabancı, alanında uzman isimlerin makalelerini de beğenerek okuyacaksınız.
1936 doğumlu Mete Tunçay’ın tarih alanında yaptıklarının önemini, tarih meraklıları dışında, aydınlar da bilir, kitaplarını okumuşlardır. Bu armağan kitap "aykırı bir tarihçi"ye yakışan yazıları barındırıyor. Bu kitap hem onun kuşatıcı tarihçiliğini, hem de aydın olma niteliğini bize hatırlatıyor.
KİTAPTAN
Değişen Öğrenci Profili
Her dönemde farklı bir çağın ruhu oluyor ama meselá benim ilk asistanlık yıllarımda solcu öğrenciler aynı zamanda daha bilgili, daha meraklı, daha çalışkan öğrencilerdi. Bunların son kuşağı Cengiz Çandar, Nuri Çolakoğlu, Şahin Alpay, Ömer Madra. Ama bununla birlikte Maoculuğa öyle bir kapılmışlardı ki, kendimi tutmasam sopalamak istediğim insanlar haline gelmişlerdi. Bunlarla tartışmak falan mümkün değildi. Ne söylesen Mao’nun Kızıl Kitabı’ndan bir cümleyle cevap veriyorlardı. Kendine ait bir şey söyle! Yanlış da olsa kendi düşünceni söyle! Mümkün değildi. Tabii hepsi çok değişti. Önemli olan ondan sonra gelen solcu öğrenci kuşağının tam tersine öğrenmeyi reddetmesiydi. Onlar cahil kalmanın bahanesi olarak solculuğu kullanıp, bana da derste "Hocam ne diye bize Platon, Hegel bilmem ne okutuyorsun, Marx Lenin falan okut," diye konuşan çocuklar haline geldiler. Onları doğru dürüst öğrenmeniz için bunların temellerini de bilmeniz lazım derdim. Hayır, onlar slogan istiyorlardı. Böyle bir değişiklik oldu. Ama sonraki kuşaklarda onları da arar olduk, çünkü hiç değilse siyasal kaygıları vardı. Ondan sonrakilerle -bu seksenler kuşağını kastediyorum- öğrencilerin apolitize olması da geniş ölçüde pompalanmış bir şeydi. Kıçındaki blue jean markası, giydiği lastik ayakkabının markası falan daha önemli oldu artık.
Felsefe okumaya cesaret edemedim
Lisede hedefim, edebiyat fakültesinde felsefe okumaktı ama, cesaret edip de edebiyat fakültesinin felsefe bölümüne girmedim. Anlaşılan öyle bir idealizm yoktu. O zaman galiba Teknik Üniversite dışında sınavla girilen okul da yoktu. Ben istesem tıbbı da yazardım, hukuku da yazardım... Üniversiteye girişim 1954. Orada da devletimizin bir küçük kazığını yedim. Çünkü bir ara liseyi on iki yıla çıkarma denendi. Ben on iki yıl okuyanların sondan bir öncesiyim galiba -üç dört yıl devam etmişti bu uygulama. Oysa muhtemelen babam beni hazırlığı olan bir tatlısu kolejine ya da İngiliz, Amerikan mektebine yollayacaktı. Vakit kaybetmeyeyim diye göndermediler, ama ben liseyi on iki yıl okudum. 54’te mezun olup sınavla Siyasal’a girdim. Ne yapmak istiyordum o zaman, bilmiyorum. Herhalde çoğu kişi gibi bende de hariciyecilik hevesi vardı. Ama kısa zamanda "diplomat olmak, üniformasız asker olmaktır ve bu bana göre değildir"i keşfettiğimi hatırlıyorum. Biz iki sene ortak okurduk, ondan sonra bölümler ayrılırdı. Şimdi değişti o Siyasal’da. Ben dolayısıyla siyasi şubeye, diplomasi şubesine heves etmedim.
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Ali H. NeyziBölüm BölümMitos
Lawrence FerlinghettiŞiirin O İnce Küllerini ToplayanlarYKY