Paylaş
Psikologlar, psikiyatrlar yazıyorlar, konuşuyorlar. Bir gerçeği tekrarlayarak bizim de katkımızı bekliyorlar.
Enkaz kaldırılırken, acıyı yaşayanların ruh enkazı altında kalmalarını önleyelim.
Beni son günlerde en çok sevindiren cümle nedir biliyor musunuz?
Hayat normale dönüyor.
Ölenlere ağıt dönemini kapatalım, onları unutmayalım, onların acısını yüreğimizde hissedelim ama yaralılar, yakınlarını kaybedenler için yaşatma seferberliği'ni başlatalım.
Ölüm görüntüleri, fotoğrafları yerine, bir daha bu görüntülerin olmaması için ne yapacağımızı düşünelim.
Gözyaşlarımızı içimize akıtıp, mantığımızla geride kalanların ekonomik durumunu, evlerini yeniden yapılandırmanın, onları mutlu etmenin yollarını arayalım. Bulalım.
Duygusallık insanoğlunun ayrılmaz bir parçasıdır, hele böyle günlerde. Artık bizim akla ihtiyacımız var.
İnsanoğlunun en önemli niteliği, tahammül gücüdür. Dinden felsefeye, edebiyata kadar her şey bu direnme gücünü, yaşama tutkusunu bize kaybettirmemek amacına yöneliktir.
Biz de artık yaşama gücünü yazmalıyız, o atmosfere sokmalıyız insanları.
***
TÜRK sinemasının önemli yönetmenlerinden Ali Özgentürk'le dün gazetedeki odamda depremden konuşuyoruz.
Depremin görüntülerinden. Etkileyiciliğinden. Hayatımızdan bir türlü çıkıp gidememesinden.
Ali Özgentürk, deprem bölgelerini gezerken, acısını en iyi biçimde nasıl sinemaya dökeceğini düşünmüş. Çok ilgi çekici geldi bana:
Hiç bir televizyon ve fotoğraf, gözlerimle gördüğüm manzarayı yansıtamazdı. İnsan ancak kendi gözüyle gördüğünde bunu derinden kavrıyor.
Ve görsellikle yazı arasındaki farka değinerek konuşmasını sürdürdü:
Televizyonları seyrediyorum, görüntü geçip gidiyor. Gazetedeki fotoğraflar bile ondan daha çarpıcı.
Ancak gazetelerdeki yazıların, kelimelerin gücünü hiç bir görüntü aşamıyor.
Çağımızı görsel çağ diye nitelendirenler bence yanılıyor, gelecek yıllar romanların.
Kelimenin gücü, hálá kalıcılığını koruyor. Belleğe bir kere yerleşti mi çıkmıyor.
Ali Özgentürk, ben çeksem nasıl çekerdim, dedi. En hoşuma giden, beni etkileyen de konuşmanın bu bölümü oldu:
Sanatın yeniden yaratmak kuralının uygulamasını dinliyordum sanki.
Bütün gün orada bekledim. Hangi ışıkta hangi görüntü insanı canevinden vururdu, diye düşündüm..
Yıkılmış bir evin penceresindeki tül perdeyi rüzgarın uçurmasının öyküsünün hüznünü hayal ettim.
Elinde tenceresi bir kadın, yıkık evinin mutfağına erişmek için çabalıyor.
Böyle bir belgeseli seyretseydim, sanatsal gerçek bu depremi benim hafızama mıhlardı.
Sanatın, sanatçının gücü.
***
GECE asla tam karanlık değildir, dizesini hatırlayalım.
Bunun bir şiir değil hayatın ta kendisi olduğu gerçeğini yazalım, anlatalım. Fransız şairi Paul Eluard'ın bu dizesi, bende, en karanlık gökyüzünde bile yıldız arama duygusunu yaratmıştır.
Yaşayanlara, acı çekenlere yıldızları göstermeye çabalayalım.
Paylaş