Paylaş
Her müze ziyaretçisinin ortak tutkusu, orayı hatırlatan bir şeye sahip olmaktır. Aslında o müzeyi, o mekânı gezdiğimizin, kendimize ve dostlarımıza karşı ruhsal bir ispatıdır.
Metropolitan Müzesi'ni gezerken çok düşündüm, oradan anahtarlık aldım; kol düğmelerinin sade güzelliğine de dayanamadım.
Görsel güzellikleri ebedi kılacak eşyayı da mamelekim arasına kattım.
MET'in, New York Filarmoni'nin de binalarını dolaşırken, oradan aldığım küçük armağanlar, bir seyahatin anısını zenginleştirdi.
Binlerce kişinin, müzenin dükkanından hediyelik eşya alış-verişi yaptığına tanık oldum. Müze'ye gelir sağlanıyordu.
Sanatı hayata geçirmek diye çok kullandığımız bir söze bir kelime daha eklemeliyim. Ticarete geçirmeyi de unutmayalım.
Bizim müzelerimize gelince, yıllardır kapıdaki kartpostallardan başka insanı çekecek güzellikte bir şeye rastlamıyorsunuz.
Geçenlerde Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ni ziyarete giden bir arkadaşım buradaki yabancı turist akınını anlattı bana. Ben de ona Amerika izlenimlerini iletince ikimiz birden sanatı ticarete geçirmenin öneminde mutabakata vardık.
O motiflerdan yapılacak takıları, kravat iğnelerini, kol düğmelerini, eşarpları, kurşun kalemleri, silgileri, bloknotları bir düşünün.
Ticarettten öte, onu yanında götürecek kişinin, müzeye, ülkeye yeni dostlar çekeceğini unutmayın.
***
MET'in binasına yaklaşırken, sizi, iki büyük camı kaplayan iki Marc Chagal karşılıyor. Usta, bu iki büyük tabloyu Metropolitan Opera Evi için yapmış (1966), birinin adı Müziğin Kaynakları, diğerinin ise Müziğin Zaferi. Ses dünyasına kulaklarımızı hazırlamadan, renk dünyasının maestrosu bizi çağırıyor.
Yeni mevsimin operaları, icracıları billboardlarda seyircilerini/ dinleyicilerini beklemenin sessizliğinde görünüyor.
Ünlü tenor Placido Domingo bu yıl bir opera yönetecek.
Home Entertainment'te bir adım daha atılmış. Evinizdeki koltuğa kurulup orkestra yönetebileceksiniz; ders veren kitaba bir de baget eklenmiş.
Amerikanın bir özelliği de, her şeyi basite indirgemek. Herkes çalışarak, azmederek her şeyi yapabilir.
Doğrusu, bu alıştırmalardan nota sehpamın önüne geçip, rahmetli Herbert von Karajan'ın yerini alacağımı hayal edebilir, Berlin Filarmoni yönetimine bile başvurabilirim. Fırsatlar ülkesi değil mi Amerika ?
***
Sanatın ticarete, hayata geçmesi... Sanırım bunu düşüne düşüne bir gün uykumda bile sayıklayacağım.
Olağanüstü güzellikte bir mouse pad, bilgisayarıma beni bağlaması için sempatik bir neden daha. Pad'in üstünde, Johann II Strauss'un ünlü Yarasa (Die Fledermaus) operetinin kitapçığından ünlü çizer Ronald Searle'ün bir şaheseri.
Piyano tuşlarından yapılmış bir pad daha, elleriniz onun üstündeyken, hele bir de bilgisayarınızda CD çalarken kendinizi piyanist zannedebilirsiniz.
Bir kahvaltı takımı, notalarla süslenmiş.
Büyük orkestra şeflerinden biri Otto Klemperer'in The Klemperer Legacy onu yeniden dinleme imkanını getiriyor.
Leonard Bernstein'in New York Filarmoni'de yönettiği ilk konserin CD'si. Kitapçığında da, ona bu fırsatı verenlere en derin sevgilerini sunuyor. Konserin tarihi 14 Kasım 1943, Pazar.
***
AZ daha su seslerini unutacaktım. Fıskiyelerden sürekli dökülen suların eşliğinde, bir New York seviliyor.
Paylaş