Paylaş
Anakara başlığı altındaki sergide hangi resimle hangi metnin birleştiği, çağrıştırdığını örneklemeliyim.
Serginin nasıl bir anlayışla düzenlendiğini ziyaretçiler bilmeliler. Yazarlardan seçilmiş metinlerin de gerekçesi sunulmuş:
“Müze mekânının üç farklı katına yerleştirilmiş olan bu üç bölüm, sanatçıların doğum tarihlerini temel alır. Amacımız, Türkiye’de sanatın farklı kuşaklarına, bu kuşaklar içindeki düşünce ve dil birliklerine ya da hiçbir kata, kuşağa, bölüme ait olmayan kendi başınalıklara, bağımsız ifadelere, özgün dillere dikkat çekmektir.
Sergide her kuşağa, sanatçılarla aşağı yukarı aynı zamanı paylaşmış üç yazarın metinlerinden kısa alıntılar eşlik ediyor. Bu edebiyat metinlerinin Ankara üzerine kaleme alınmış olmaları rastlantısal değildir.”
Örneğin:
Resim; Lütfü Günay, ‘Ankara Kalesi’, (tuval üzerine yağlıboya).
Metin; Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974), ‘Ankara’dan (Roman, 1934).
“Ankara, bizim için emsalsiz bir ‘energi’ mektebi olmuştur. Sarp, yalçın ve çetin Ankara, içinde rahattan mahrum olduğumuz, içinde zahmet, meşakkat çektiğimiz Ankara, bize sabrı, tahammülü ve inkişafımıza engel bütün zıt kuvvetlerle geceli gündüzlü çarpışmayı öğretiyor, sert bir örs gibi irademizi durmaksızın dövüyor, Nietzsche’nin dediği gibi burada ‘muttasıl kahramanca ve tehlikeyle yaşıyoruz. Bundan güzel hayat olur mu? Dünyanın hangi noktası buradan daha enteresandır?”
Bir başka örnek:
Resimler; Canan Tolon, ‘Tıkırında Herşey No: 10’ (tuval üzerine yağlıboya); Murat Akagündüz, ‘Anıtkabir’ (Yağlıboya).
Metin; Sevgi Soysal (1936-1976) ‘Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nden (roman, 1973).
“Doğan pencereye yanaştı. Dışarı baktı. Bahçedeki kavak ağacına ilk kez o gün dikkat etti. Çok yaşlı bir kavaktı bu. Bu apartman yapılmadan önce bu bahçeye dikilmiş olmalıydı. Apartmanın ön bahçe duvarı, kavağın, toprağın üstünden belli olan kaim, kuru köklerini bölmüştü. Kavağın yaprakları ölüydü. Gövdesi orasından burasından yarıktı.”
Resimler; Eda Gecikmez, ‘Portre’ (tuval üzerine yağlıboya); Gülşah Bayraktar, ‘Hafifleyen Belleğimdeki Mesafeler’ (akrilik); Erdal Duman, ‘İsimsiz’ (metal üzerine pirinç kaplama).
Metin: Barış Bıçakçı (1966), ‘Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’den (roman, 2000) ve ‘Bizim Büyük Çaresizliğimiz’den (roman, 2004).
“Şehri seviyorlardı. Kendilerini bu şehre ait hissediyorlardı. Kale’ye, Çıkrıkçılar Yokuşu’na, Samanpazarı’na, Ulus’a, İsmet Paşa’ya, Gençlik Parkı’na ve tren yollarına. Kapısı doğrudan sevdikleri mahallelere açılan bir evde yaşıyor gibiydiler. Tekel birası içerek, geceleri şarkılar söyleyerek... Hayatın ve edebiyatın devamı için kulaklarına fısıldanan sözleri ezberleyerek. Geleceği hiç düşünmeden.”
(...) “Gençlik Parkı’na Opera kapısından girmiştik. Karşımıza çıkan suyu donmuş havuz Nihal’i heyecanlandırmıştı. ‘Üstünde yürüyelim mi?’ Yürümüştük. (...) havuzun kenarı boyunca sıralanmış kuru dallarının üzeri karlı ağaçlar; tam karşımızda ışıkları yanmayan yarım daire biçimli köprü; hafifçe sağımızda ulaşmaya çalıştığımız çay bahçesinin serayı andıran kapalı yeri. Herşey köhne ama anaçtı. Kıştı işte.”
“Ne yöne gidecektim? Geçmiş ve gelecek birbirleriyle öncelik-sonralık ilişkisi içinde miydi? Biri geride diğeri ileride miydi? Bütün o anlattıklarımı biz yaşamış mıydık, yüzümüz ileriye dönük?”
“Ankara’da ‘yaşamaya’ sen İstanbul’a gittikten sonra başladım.”
* * *
RESİMLE edebiyat arasındaki çağrışımlar beni her iki tür üzerinde düşünmeye çağırdı.
Paylaş