Paylaş
Mizahın yaratıcılığı birçok ciddi yazıdan daha etkilidir, daha vurucudur, daha uyarıcıdır, daha gerçekçidir. Hiçbir zaman anlamadığım bir husus, politikacıların neden mizahtan kaçtıkları, korktukları. Oysa mizah dergilerini okusalar, kendilerine daha eleştirel bakabilir, ayrıca karşıtlarını mizahla daha iyi anlayabilirler. En azından bu dergileri okurken, kendilerine rahat ol, komutunu verebilmeliler.
Ot, Uykusuz, Leman, Penguen dergilerini okudum. Özellikle genç kuşağın düşüncesini, duruşunu, partili olmaktan öte, aidiyetlerini özgürlük kavramında özetleyişlerini gördüm. Bunu ancak mizah aracılığıyla anlayabiliriz. Kapaklarının hepsi doğal olarak Gezi direnişine ayrılmıştı.
Politika-mizah ilişkisinin Türki-ye’deki tarihini anımsatmalıyım.
Akbaba, Dolmuş, Kirkbirbuçuk, Kes, Mikrop, Gırgır, Çarşaf, Çivi, Karakedi, Taş, Karikatür, Marko Paşa, Ciddiyet...
Bir araştırma sonunda sıralanmış adlar değil, belleğimde kaldıkları kadarı.
Bu dergileri çıkaranlar mizah edebiyatının, edebiyatımızın, basın dünyasının çok önemli, seçkin, saygın adları.
Yusuf Ziya Ortaç, Turhan Selçuk, Semih Balcıoğlu, Oğuz Aral, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Tan Oral...
Çoğu mizah yüzünden yargılandı, mahkûm oldu.
Mizahın bir özelliği vardır, politikacıların bela paratoneridir. Yazının etkisi kısadır ama mizahınki uzundur.
Politika dünyasının aktörleri meseleleri katılaştıracaklarına keşke mizahın yumuşatıcılığını kabul etseler. Ne yazık ki, ulus olarak mizahı ciddiyetin karşıtı sayıyoruz.
Yukarıdaki dergileri çıkaranların hayat hikâyelerini yazmak, köşemin boyutunu aşar.
Bu dergileri okuyunca, tahammül duygusunun da bir düşünce eğitimi olduğunu görüyorsunuz.
Doğrusu onları okurken hem güldüm/gülümsedim hem de düşündüm.
* * *
OT’UN ilk yazısı, Zeynep Altıok Akatlı’nın Çapaklı’sı.
Sivas katliamından yaralı kurtulup hastanede ölen babası, iyi şair Metin Altıok’u anlatıyor.
Bugün o unutulmaz kıyımın yıldönümü.
İnsanlık ayıbı Sivas, zamanaşımına uğradı. Acılar devam ediyor, yakılanların hesabı sorulmadı.
Kurtulanlar, yangını, devletin, hükümetin ilgisizliğini, kurtarmakla yükümlü olanların gönülsüzlüğünü, hatta ihmallerini yıllar sonra içleri yanarak anlattılar:
Rıza Aydoğmuş, hükümete bir faks göndermeye karar verdiklerini, faksı Asım Bezirci’nin hazırladığını ama ulaştıramadıklarını belirtiyor.
Murtaza Demir bakın ne diyor?
“Eşimi, dostumu, semahçımı, konuklarımı yaktılar! Onlar yandı ben göynüdüm.”
İlhan Cem Erseven, bunu yapanlara acıyor:
“Öfkem var ama kinim yok. Öç alma gibi bir duygu asla. Çünkü sahip olduğumuz Alevi-Bektaşi felsefesi bizi kin tutmaktan uzak eyliyor. Pir Sultan’ın dediği gibi, ‘Kalsın benim davam divana kalsın’ diyoruz.”
Serdar Doğan, kardeşim bana emanetti, diyor.
Hüsniye Kaya’nın anlattıkları yürek burkuyor:
“20 yıl geçti tam... Henüz 12 yaşındaydı Koray, ablası Menekşe ise 14 yaşında. Cesetleri birbirine sarılı bulundu.”
* * *
KAYBETTİKLERİMİZİN, dostlarımızın anısına saygıyla.
Düzeltme:
Okurlarımdan özür dilerim. Pazar günkü yazımın bazı satırlarını telefonda yazdırdığımdan, Wagner yazımda, Bayreuth yanlışlıkla Beyrut olarak çıkmış. Aslının Bayreuth olduğunu, her yıl burada Wagner operalarının sahnelendiğini de belirtmek isterim.
Beni uyaran, yanlışımı düzelten, duyarlı okurlarım Bilsel Battal’a, Selma Yörük’e, Erbil Coşkuner’e, Haluk Berkmen’e, romancı dostum sevgili Ali Dilber’e teşekkür ederim.
Paylaş