Paylaş
Sedat Ergin’in yazısının doğrultusunda kaleme almış.
Bazı otomobillerin fotoğrafını gördüm, ne Ertuğrul Özkök’ün ne Sedat Ergin’in ehliyeti yok. Onlara birer Bentley armağan etsem kapıda kalacak.
Ben çok az otomobil kullandım, kırk seneye yakın da direksiyon başına geçmedim.
Çok kısa mesafeleri aşmadım, Fatih–Taksim, Cağaloğlu–Taksim. Genellikle gezi amacıyla annemi, teyzelerimi alırdım, muavinliği de annem yapardı. Bana sağa dön derdi, dönerdim, sola dön derdi, dönerdim.
Bir gün muavinsiz araba kullanayım dedim, Cağaloğlu’ndan çıktım, Göztepe Sosyal Sigortalar Hastanesi’ne gitmeye kalkıştım. Binayı görüyorum ama birden ters yola girdiğimi fark ediyorum. Sora sora bir buçukta çıktığım yolun sonunda hastaneye altı buçukta vardım.
Yol bilmeyen dostlarımdan biri de rahmetli arkadaşım Turhan Selçuk’tu. Bir gün Cağaloğlu’ndan birlikte Yeşilköy Çınar Oteli’ndeki karikatürcülerin kokteyline gidiyoruz.
Florya’ya varıyoruz ama otele bir türlü ulaşamıyoruz, tahmin edeceğiniz gibi rehber de benim. Sonunda aynı köprünün atından birkaç kez geçtiğimizi fark ettik.
Büyük Rus yazarı İlya Ehrenburg, Amerika’da otomobilin icadından sonraki yaşamın romanını yazmıştı.
Otomobil denilince 1950 kuşağı için klasik bir otomobille çekimini yaptığımız fotoğrafı hatırladım.
Demek ki biz çok daha önce kendimizi bir klasik otomobille özdeşleştirmişiz.
Usta şoförlüğümün bir örneğini de anlatmalıyım.
Fatih’ten bir arkadaşımı evinden aldım, aşağı sokağa ineceğim. Baktım sokaktaki apartmanların katlarından bana sesleniyorlar, yavaş yavaş inin diye uyarıda bulunuyorlar. Önce bir mana veremedim. Bir de baktım ki yol merdivenmiş, arabamla komşuların eşliğinde aşağı caddeye indim.
Alkollü araba kullananlara şaşarım.
Çetin Altan’ın bir sözünü kullanmanın tam yeri. Otomobilin gazına basmak erkekliğin simgesi değildir demişti.
SONUNDA SOKAĞA ÇIKACAĞIZ
AZİZ doktor Fahrettin Koca’nın beklediğimiz vaadi yerine geldi.
Evi öyle düzenlemiştim ki, bu kez de yahu dışarıda ne yapacağım, dedim. Beni birçok dostum da uyarıyor, bak virüs devam ediyor, onu unutma.AZİZ doktor Fahrettin Koca’nın beklediğimiz vaadi yerine geldi.
Bunları dinlerken düşünüyorum da sanki bir gecede kırk kapı yapıyorum.
Gerçi gideceğim yerler belli ama başkalarıyla temas önemli.
Maskeler de çeşitlendi, artık bu dönem geçtikten sonra bir aksesuvar olarak da kullanılabilir, sanatçıların desenleri işlenebilir.
Beyaz maskeleri elbet kullanacağız ama bir Venedik maskesi de şıklığı tamamlar.
“Yasak arzu doğurur” diye bir söz vardır, karantina günlerinden sonraki kalabalığı görünce şaşırıyorum. Sokağa çıkmayın demiyorum ama birbiri içinde kalabalık bana korkutucu geliyor.
Bugünlerde şu gerçeği artık zihninize kaydedin. Evde kaldığınızda bir meşgaleniz olsun.
Televizyonda piknik yapanları görüyorum, pikniğe hiç gitmedim, hoşlanmam da.
Arkadaşlarım bana sık sık mangal sefasından söz ederler, onun da zevkine varamadım.
Caddelerde yürürüm ama ormanlık alanlarda yürüyüşe çıktığımı anımsamıyorum.
Hayran hayran doğaya bakanlardan değilim.
Bir konuşmamda söyledim gibi, doğayı Yaşar Kemal’in romanlarında severim. Otları o romanlarda tanıdım.
Yazdığımı tazelemek bu yazının içeriğine uygun olur.
Şarlo (Charlie Chaplin) ile Gertrude Stein, İngiltere’de bir davette yemek yiyorlar.
Şarlo, Stein’a çimler ne güzel değil mi diyor.
Stein’ın yanıtı estetik kurallarımdan biridir:
“Ben yeşili Turner’ın resimlerinde severim”.
Dostlarım diyecekler ki, sen evde kalmaktan şikâyet etmedin mi?
Onlara şunu diyebilirim. Yapmakla yapabilme özgürlüğü arasındaki farkı yaşadım.
* * *
GENE de yazlık yerlere değil de Beyoğlu’nun tarih, küf kokan sokaklarına bir uğrarım.
Paylaş