Paylaş
Felsefe konusunda yayınlar artıyor, dergiler çıkıyor, kongreler düzenleniyor.
Kısa bir süre önce Assos’ta Wittgenstein sempozyumu yapıldı. MonoKL, Baykuş, Doğu-Batı ve Felsefe Logos başta olmak üzere içeriğinde felsefe ve felsefi kavramların ağırlıkta olduğu dergiler yayınlanıyor.
Betül Çotuksöken’in ‘Ortaçağ Yazıları’, bize hakkında konuştuğumuz, yazdığımız bir dönem konusunda doğru bilgiler veriyor.
Çoğunlukla, çağımızla uyum sağlayamayan, geriye düştüğü kanısına vardığımız herhangi bir olayda, bir davranışta, ‘sanki Ortaçağ’ sözünü kullanırız.
Ortaçağ gerçekten sadece karanlık bir dönem miydi? İleriye dönük bir düşünce ortamını sağlamakta yararı, etkisi olmadı mı? Rönesans’a giderken, onun açtığı yollardan gidilmedi mi? Birtakım düşünce hareketlerinin öncüsü sayılabilir mi? Yalnızca baskı, işkence kavramlarıyla mi anılmalı?
İşte Betül Çotuksöken’in kitabı bütün bu soruların yanıtını veriyor.
TARTIŞMALI BİR DÖNEM
Nermi Uygur’un Ortaçağ konusunda yazdıkları, kitabın okunma gerekçesini yeterince açıklıyor:
“Genellikle Ortaçağ tartışmalı bir kültür dönemi. Bunun en inandırıcı belgesi, Ortaçağ’la ilgili değerlendirmelerin dolandığı karşıtlıklar, en çok da önyargılar. Ne yazık ki yurdumuzda, pek çok önemli çağdaş konu için gerekli olan şey, Ortaçağ konusunda da geçerli; yetesiye bilimsel yaklaşımlardan yoksunuz. (...)
Oysa katkılı değerler kadar olumsuz etkiler yönünden Ortaçağı anlayıp anlatmak, Ortaçağ’la hesaplaşmak kaçınılmaz bir görevdir. Nereden gelip nereye gittiğini bilmek isteyen insana, çağdaş düşünme, modern örgütlenme, geleceğe dönük atılım yönünden gerekli bu.”
Bu açıklamadan sonra, yazar şu soruyu soruyor: “Ortaçağ’ın başlangıcında nasıl bir insan tipi, düşünür tipiyle karşılaşıyoruz?”
Ortaçağ düşüncesi: “Anlayayım diye inanıyorum, ” bu dönemin filozoflarının sorusu da “Varlık nedir?” olarak özetleniyor.
NE ZAMAN BAŞLADI
Ortaçağ ve Renaissance Üzerine Bazı Temel Bilgiler başlıklı bölümde, Rönesans’ın 12. yüzyılda başladığı savunuluyor.
Ortaçağ’dan Rönesans’a geçiş döneminde, o yıllardaki görünüm neydi:
“Öte yandan kentlerin gelişmesi, ticaret merkezleri haline gelmeleri, insanlar arası ilişkilerin farklı, yeni boyutlar kazanmasına yol açmıştır. Servet birikimi, kimi insanlarda en yetkin biçimiyle ortaya çıkan gezginci yaşam ve büyük bir bulma, keşfetme dürtüsü, yaşamı kolaylaştırmaya ilişkin derin istek Avrupa’nın sınırlarını genişletmiştir. Akdeniz kültürünün sınırları zorlanmaya başlamıştır.
Dünya tasarımı değişmiştir artık, edebiyatta, felsefede kendini konu edinen insan, bir bakıma yaşadığı dünyayı da çok büyük bir merakla konu edinmeye başlamıştır. O güne değin görüldüğü gibi evrenin merkezi değildir dünya.”
Çotuksöken’in Ortaçağ’ı şöyle özetlediğini iletelim: “Ortaçağ bir birlik ve bütünlük çağıdır.”
Ortaçağ Yazıları, yalnız Ortaçağ üzerine bilgiler vermiyor. Bize, geçmişten Ortaçağ’a ulaşan buradan da Rönesans’a atlayış bilgilerini veriyor. Felsefe ve düşünme, insanın bildiklerini yeniden sınavdan geçirmesi olarak tanımlanıyor.
HERKESİN TARİFİ KENDİNE
Ortaçağ, hakkında çok farklı yargıların ileri sürüldüğü bir dönemidir insanlık tarihinin. Voltaire için “Ortaçağ bir aptallık dönemidir”, Etienne Gilson için “Düşünmenin, soyut düşünmenin ulaştığı doruk noktasıdır”, Paul Vignaux için “Çeşitli görüşlerin kaynaştığı birçok renklilik, çeşitlilik dünyasıdır”, Alman romantikleri için “Gizemli bir kavramdır, hamasi bir dönemdir ve yozlaşmanın zıddıdır”, kilise içinse “ulusal birimlere ayrılmamış evrenselci bir toplumun çağıdır”.
Kitabın, okuyan ve düşünen bir okur için en ilgi çekici bölümü; Gülün Adı ve Ortaçağ felsefesi başlığını taşıyor.
Çotuksöken’in bu bölümdeki yazısı, şimdiye kadar hep edebiyat, özellikle roman türü açısından incelediğimiz Umberto Eco’nun Gülün Adı romanının o zamanki yaşamı, insan ilişkilerini nasıl yansıttığını ortaya koyuyor. Yazarın bu incelemesi, Ortaçağ’ı, bir bilim adamı romancının, roman olmakla birlikte nesnel bir tavrı da ihmal etmeden ele aldığını vurguluyor.
Ve Ortaçağ dünyasını şöyle özetliyor: “Ortaçağ dünyası bilgi elde etmek isteyen bir avuç insanın dünyası; inancın içeriğiyle yetinmeyip aklı kendine kılavuz edinen ve bundan ötürü de yaşamını sonsuz tehlikelere atan, sürekli soruşturmalara uğrayan, oradan oraya savrulup giden, her an ölümle burun buruna gelen çok az sayıda kişinin bulunduğu bir dünya.”
Ortaçağ ve İşkence Üzerine, kendi gibi düşünmeyenlere, farklı düşünen insanlara ‘sapkın’ muamelesi yapanların, her zaman başka biçimlerde ortaya çıktığını öğreneceksiniz.
Felsefeye meraklıysanız, onun önemine, gereğine inanıyorsanız Betül Çotuksöken’in kitabını yavaş yavaş zihninize sindirerek okuyunuz. Göreceksiniz ki Ortaçağ’ı anlamadan, felsefe tarihini de, bugünü de anlamak nerdeyse imkânsızdır.
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Sula Bozis İstanbullu Rumlar İstanbul Bilgi Üniversitesi
Metin Aktaş Harput’taki Hayalet İletişim Yayınları
Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü TÜBA Yayınları
Cem Akaş Tekerleksiz Bisikletler Doğan Kitap
Hesiodos İşler ve Günler - Tanrıların Doğuşu Say Yayınları
Paylaş