Oktay Rifat ile Melih Cevdet Radyoevi’ni neden bastılar
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Hıfzı Topuz’un Elveda Afrika - Hoşça Kal Paris başlıklı anılar kitabı, bana birkaç açıdan ilgi çekici geldi.
Birincisi romancı Hıfzı Topuz’un yetişme ortamı, yakınlarıyla ilişkileri, bunlar içinde yer alan birinci samimiyet derecesindeki arkadaşları.
İkincisi, gerek meslek yaşamında gerek dostluk çizelgesindeki ünlü kişilerle birlikte yaşadıkları.
Hiç kuşkusuz bunların içinde, bir kuşağın siyasal olaylardaki yeri, baskı dönemlerindeki sıkıntıları da yansıtılıyor.
Hıfzı Topuz’un hayat coğrafyasının yer aldığı atlasa şöyle bir göz gezdirdiğinizde, içinde İstanbul, Paris, Afrika, Látin Amerika gibi, ilgimizi çekeceğinden şüphe duymadığım şehir ve ülkeleri bulursunuz.
Okurlarımızın çoğu onun romancılığını bilirler, ama onun uluslararası iletişim dünyasındaki önemli yerini belki biraz öğrenmeyi ihmal etmişlerdir.
Sanırım bu anıları, Hıfzı Topuz’un UNESCO’daki uzun süreli göreviyle ilgili bölümleri okurken, dünyayı, Afrika’daki siyasal gelişmelerin tarihini de yer yer hüzünlü, yer yer eğlenceli bir üsluptan okuyacaksınız.
Anılardan; sanat ve edebiyat dünyasından tanıdığımız ünlü kişilerle ilgili birinci elden tanıklığın sürükleyiciliğine kapılacaksınız.
Onların özgün yanlarından bir bölümünü de Hıfzı Topuz’dan okuyacaksınız.
Çocukluk döneminin yer aldığı bölümler, bence onun romancılığına ışık tutacak bilgileri içermektedir. Aileden onu kim etkilemiş, anneannesiyle aralarındaki münasebet nasıldı? Babası nasıl birisiydi? Arkadaşlıkları nasıl sürdü?
Benim anılar kitaplarıyla ilgili bir korkum vardır. Çoğu okur, çok tanınmış, çok ünlü kişilerle anı yazarlarının dostluğunu ya da düşmanlığını merak ederler o bölümleri okurlar, oysa anıların bence asıl önemi, bizim bilmediğimiz ama değer ıskalasında, asıl anı yazarının çizelgesinde etkileyici rol oynayanları okumak öğrenmektir.
Cemal Paşa’nın eşiyle konuşmalarını, ünlülerle ilgili notlardan çok daha merakla okudum.
Galatasaray Anıları başlıklı sayfalarda hepimiz çocukluğumuzdan kesitler bulacağız.
Bugün artık kitapları basılmayan, zamanında ise çok satan, çok ünlü, kadınların beğendiği, her eseriyle gazetelere tiraj aldıran romancı Esat Mahmut Karakurt’u, şair ve oyun yazarı Halit Fahri Ozansoy’u, edebiyat tarihi alanındaki önemli çalışmalarıyla tanınan İsmail Habib Sevük’le ilgili satırları okuyun.
Hele Baykuş oyununun yazarı Ozansoy’un sınıfta kendi eserini oynaması gerçekten hoş bir anı. O zamanlar bu oyunu Muhsin Ertuğrul oynuyormuş, büyük aktör nasıl sahnede kendini yere atıyorsa, Ozansoy da kendini sıraların üzerine atıyormuş.
Topuz’un gazetecilik dönemindeki anılarında o günlerin gazetecilik, gazete, gazete patronluğu anlayışının ne olduğunu; ondan sonra modern basının ne kadar değişime, gelişime uğradığını da fark edeceksiniz.
Yaşamın rastlantılarla yönlendirildiğini söylemek, sıradan bir klişe cümleyi tekrarlamaktan ibaret ama Hıfzı Topuz’un 24 yıl süren UNESCO çalışmalarını, serüvenlerini de bu kitapta okuyacaksınız.
Paris’te kurulan dostluklar da elbet anıların en renkli sayfaları.
*
Kahramanları Názım Hikmet, Fikret Muallá, Abidin Dino, Avni Arbaş olursa merak oranı çok daha fazla artacaktır.
Dostlukların bozulması, daha doğrusu ara verilmesinin ardındaki kişisel nedenleri her zaman anlamak mümkün değildir.
Topuz, Avni Arbaş’ın ona kızdığı gün, ressamın vatandaşlıktan atıldığını nasıl bilebilirdi.
Hasan Áli Yücel Paris’te başlıklı yazıyı mutlaka okumalısınız, efsanevi Milli Eğitim Bakanı’yla ilgili özel bilgiler var.
Bedri Rahmi Eyuboğlu’nu bir de Hıfzı Topuz’un kaleminden okuyun.
Benim ilgimi çeken satırlar arasında Pertev Naili Boratav ile Hayrünnisa Hanım’ın evlenme serüvenleri de anıların güzel bölümlerinden biri.
Pertev Naili Boratav’ın solculuk gerekçesiyle Halk Edebiyatı Kürsüsü kapatıldıktan sonraki yaşamı, bir bilim adamına reva gördüğümüz durumu yansıtması bakımından da ibret verici.
Boratav adı geçince kitapta yer alan, çok sevdiği bir Nasrettin Hoca fıkrasını buraya almak şart oldu.
Hoca bir gün karısına:
-Bak, ben artık öleceğim, der, ama seni son bir kez şöyle bir gelin kılığında görmek isterdim. En güzel giysilerini giy, tak takıştır, sür sürüştür...
Hoca ne dediyse karısı yapar, ama yine şöyle bir soru sormaktan kendini alamaz:
-Neden gider ayak beni böyle güzelleştirmek istedin?
Hoca şöyle der:
-Ne bileyim, Azrail gelip seni görünce belki beni değil, seni almaya karar verir...’
Hıfzı Topuz, anılarla sizi renkli, önemli kişilerin dünyasına götürüyor. Kendi dünyasının içindeki konumlarıyla. Beğeneceksiniz.
Kitaptan
Radyoevi’nde yumruk yumruğa
Avni, bir ara Ankara’daymış. Bir lokantada yemek yerken Oktay Rifat ve Melih Cevdet de oraya gelmişler. Yenilmiş, içilmiş. Yemekten sonra da Oktay Radyoevi’ne gidelim diye tutturmuş. Avni onlara katılmak istememiş ama, onlar dayatmışlar ve hep birlikte Radyoevi’ne gitmişler. Kapıdaki nöbetçi jandarmaya müdürü görmek istediklerini söylemişler. Nöbetçi olan yönetici kendilerini kabul etmiş. Oktay da ‘Biraz sonra bizim dostumuz Nurullah Ataç konuşacak, kendisini dinlemeye geldik’ demiş. Yönetici, ‘Maalesef stüdyoya girmek yasaktır, hiç kimseyi alamayız’ diye yanıt vermiş. Oktay fena sinirlenmiş bu sözlere.
Yönetici ‘İmkánı yok kardeşim, kesin emir var, yayın sırasında stüdyoya kimse giremez.’ Oktay ‘Ya öyle mi, sen kiminle konuştuğunu bilmiyorsun galiba’ deyip bir yumruk patlatmış yöneticinin suratına. Adam da bir yumruk sallamış Oktay’a. Ama, Oktay yana kaçınca yumruk Melih Cevdet’in suratına gelmiş. O anda kıyamet kopmuş. Jandarmalar koşuşmuş, yönetici şikáyetçi, Melih Cevdet şikáyetçi, hep birlikte karakola gitmişler. Başkomiser çok anlayışlı bir kişiymiş, tarafları barıştırmaya çalışmış. Tam Oktay’la yönetici barışacaklar, Melih Cevdet ‘Olmaz!’ demiş; ‘Ben davacıyım, kovuşturma açılmasını istiyorum...’ Haydii, yeniden tartışma başlamış. Sonunda komiser hepsini barıştırmış ama Avni de aralarında sabaha kadar orada kalmışlar.
Rebia Anne’nin mektupları
Anneanneme hepimiz Rebia Anne derdik. Bizce o dünyanın en tatlı kadınıydı. Ben Meyyale’de ondan uzun uzun söz ettiğim için burada ayrıntılara girmeyeceğim. Şu kadarını söyleyeyim, Fransızca bilirdi, bol bol roman okurdu. Kafası Batı’ya dönüktü. Mütareke yıllarında kadın derneklerinde görev almıştı. Hepimizin Galatasaray’da okuması için elinden geleni yapmış, okulda velimiz olmuştu. Karnelerimizi o yazar, okul paralarını o verir, hasta olup okula gitmediğimiz günlerde ‘mazeret tezkeresini’ o yazar, öğretmenlerle konuşurdu. Elini alnımıza koyup ateşimize o bakar, bademciklerimize o bakar, eve doktoru o çağırır, eskiyen gömleklerimizi o ters yüz eder, çoraplarımızın söküğünü o diker, pantolonlarımızı o ütüler, kravatımızı o bağlar, cep harçlığımızı o verirdi.
Rebia Annemden dinlediklerim benim romanlarımın ve birçok yazımın kaynağı oldu. Yaşamı boyunca nesi var, nesi yok sattı, sevdiklerine dağıttı. Yalnız çok değer verdiği mektuplarını, bir bohça içinde karyolasının altında saklardı. İyi ki saklamış. Onlar bana kaldı.
DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ
Tahsin YücelKumru ile Kumru Can
Rodney StarkTek Gerçek Tanrı Literatür
Onat KutlarSinema Bir Şenliktir İş Bankası Kültür Yayınları