Paylaş
Büyük bir tarihçi, büyük bir bilgin nasıl yetişir, çocukluğundan ölümüne kadar neler yapmıştır? Başarılarının, tarih denince akla gelen ilk isim oluşunun ardındaki öyküyü bilmek gerekiyor.
Halil İnalcık’la ilk kez karşılaşıp konuştuğum günü, sonrasında yenilen yemeği anımsıyorum.
Halil İnalcık ile Günsel Renda’nın editörlüğünü yaptığı Osmanlı Uygarlığı kitabının tanıtım toplantısında tanışmıştım. Toplantıya beni de konuşmacı olarak çağırmışlardı.
Tanıtımdan sonra da İhsan Doğramacı’nın da katıldığı bir yemek verilmişti.
100 yıllık bilimsel binanın her bir tuğlasını Halil İnalcık nasıl koymuştu?
“Tarihçilerin Kutbu - Halil İnalcık Kitabı”nı* yeniden gözden geçirdim. Söyleşiyi Emine Çaykara yapmıştı. Söyleşinin önceden çalışılarak yapılacağının da başarılı bir örneğidir bu kitap.
Tarihin/tarihçiliğin ömür törpüsü diye tanımlanan bir uğraş olduğunu, belge ve bilgiyle ancak tarih yazılabileceğini o ispatladı.
Eski deyimle arşivlerde dirsek çürütmeden güvenilir, uluslararası nitelikte başvuru kitapları yazmanın mümkün olmadığını bu hayatın içindeki bilgilerden öğrenirsiniz.
Bir tarihçi, güncel yaşamın akışını, onun getirdiği yenilikleri de ihmal edemez. Tarih bilimi, bir toplumun, bir dönemin, bir yüzyılın, -Barcelona Belediye Başkanı’nın deyişiyle- noteridir.
Eserlerinin listesine baktığınızda, tarihin içinde sanatın varlığını da görürsünüz.
Çünkü bir tarihçi yazdığı kişinin ve dönemin sanatsal unsurlarını da bilmek zorundadır.
Neden Halil İnalcık’ın hayatını bilmek ve okumak gerekir?
Bilimin nesnel koşullarla öznel koşulların belli oranlarda bileşiminden oluştuğunu gösterir de ondan.
Kendi tarihimizi ustaca bize öğretir ama tarihimizin dünya tarihi içindeki yerini de tayin eder.
***
BİR bilim adamının dünyayı bütüncül bir anlayışla değerlendirip bir yargıya varmasını beklerim.
Bilimi yücelerde tutup -hele tarihi- yaşadığı toplumun günceline eğilmemesini bilimsel bir kaçaklık olarak yorumlarım. Yaşadığı günlerin tanıklığını bilimin ölçütlerinden geçirip saptamalı, ileriki kuşaklara iletmeli.
“Tarihçilerin Kutbu”nda Cumhuriyet’in bilim kuşağının önde gelen adlarının çalışmalarını, ilişkilerini de öğreniyoruz. Ben Cumhuriyet’in ilk kuşağının önemini her zaman vurgulamışımdır.
Necati Bey’de hocası Bâki Hoca (Abdülbâki Gölpınarlı). Hocasını çok seviyor hatta onun şiirlerine nazireler yazıyor.
İnalcık’ın şiir zevki devam ediyor, hatta Paris’te şiirler yazıyor. Bâki Hoca’nın yeni şeyler yaz demesine rağmen her zaman “eski şiirin rüzgârı”ndan etkilenir.
Kanuni’nin Hürrem Sultan için yazdığı “Enîs-i halvetim...” şiirine nazire yazar:
“Chicago’da şeb-i hasretle nâlân olduğum” der.
Günün düşünsel eğilimlerinden söz ederken, gerçekçi bir saptamada bulunur:
“Bir Osmanlı romantizmi gündemde”.
Her insan hayata veda ederken, zamandan yakınır.
Halil İnalcık’ın da aynı duyguyu yaşadığını görüyoruz:
“Bölgede size verilen işaretler çok az olduğundan, hayal, tasavvur önemlidir. Tarihçi, yaratıcı şair ve edipleri okumalı. Bu dünyadan giderken en çok neye hayıflanacağım, biliyor musunuz?
O büyük şaheserleri okuyamadan gözlerimi kapayacağıma... Tüm peygamberleri, Buda’yı, Kant’ı, Shakespeare’i, Dante’yi, Fuzuli’yi ve Dostoyevski’nin bütün romanlarını okumak isterdim.
Ömür o kadar kısa ki...”
***
BÜYÜK bir tarihçiyi sonsuzluğa uğurluyoruz.
Eserleri ile unutulmazlar arasındaki yerini aldı.
(*) Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Paylaş