Nejat F. Eczacıbaşı’nı andık

BİZE uluslararası festivaller kazandıran Dr. Nejat F. Eczacıbaşı’nı (1913-1993) iki gün üst üste New York Filarmoni Orkestrası’nın konserleriyle andık.

Haberin Devamı

Ben Haliç Kongre Merkezi’nde verilen konserlerin cuma akşamı verilenine gittim.
Orkestrayı Alan Gilbert yönetti, solist kemancı Joshua Bell’di.
Konserin başında Nejat F. Eczacıbaşı’nın kısa bir konuşması ekrana geldi...
O, Türkiye’de festivaller yapılmasını başlatan biri olduğu için her zaman onu saygıyla, iyi orkestralar, solistler dinlettiği için de sevgiyle anarım. Ben her zaman işadamlarının, ülkelerine karşı bazı kültürel sorumluluklar taşıdığı kanısındayım. Onlar ticaretin, sanayinin yükselişinin yanında, kurdukları vakıflar ve yürüttükleri sanatsal destek faaliyetleriyle kültürel yükselişi de düşünmelidirler.
İşte Eczacıbaşı, bu bilinci taşıyan hatta birçoklarına örnek olan işadamlarından biriydi. Çünkü kendisi de müzikle ilgiliydi. O akşamki kısa görüntülerde, bu festivali gerçekleştirenlere de teşekkür etti.
Ben hâlâ yıllar önce düzenlenen festivallerde, her akşam festival salonunun kapısında, büyük bir incelikle, “Hoş geldiniz beyefendi” deyişini anımsarım.
Bir ülkenin uygarlık düzeyinin müzikle ne kadar bağlantılı olduğunu, yalnız söylemedi, uygulamasını da yaptı.
İKSV, bugün sinemadan tiyatroya, müzikten plastik sanatlara kadar birçok festivale öncülük ediyor. Ben bir alışkanlıkla, festivalin sorumlusu olarak Eczacıbaşı ailesini görüyorum.
Nejat F. Eczacıbaşı’ndan sonra Şakir Eczacıbaşı, şimdi de Bülent Eczacıbaşı, sorumlulukların en ağırı olanını, estetik sorumluluğu sürdürüyorlar.
İşin ne kadar zor olduğunu biliyorum, Türkiye’de sanata katkının nasıl zor sağlandığının birçok alanda tanığıyım. Ama festivalsiz geçen yılların, ne kadar anlamsız olduğunu da söylemek isterim.
Bize bir festival başlatan, geliştiren Nejat F. Eczacıbaşı’nı teşekkürle anıyorum.

NEW YORK FİLARMONİ ORKESTRASI üzerine herhangi bir müzik eleştirisi yazmayacağım.
Ancak programı üzerine biraz düşüncelerimi iletmek isterim.
Bilinmeyen ya da az bilinen besteleri seslendirmelerinin, başka orkestralara, özellikle bizim orkestralarımıza örnek olmasını isterim.
Birinci parça Christopher Rouse’un (1949) Prospero’nın Odaları adını taşıyordu.
Prospero hiç kuşkusuz bize hemen Shakespeare’i anımsatır, oysa bestecinin esin kaynağı Edgar Allan Poe’nun kısa öyküsü Kızıl Ölümün Maskesi’dir.
İkinci parça da, Leonard Bernstein’in (1918-1990), Serenade After Plato’s ‘Symposium’uydu.
İki bestenin de, biri öyküden diğeri de felsefeden/felsefecilerden esinlenerek yapıldığı için, Türk dinleyicisi tarafından beğenildiği kanısındayım.
Çaykovski’nin ‘Patetik Senfoni’sinden de söz etmenin gereği yok.
Kitapçıkta, orkestranın gerçekleştirdiği Okullarla İşbirliği Projesi ile Öğrenim Uvertürleri müziğin yaygınlaşması, genç kuşağın müziğe karşı ilgisinin artması konusunda önemli çalışmalardır.
Ben bizim orkestralarımızın da, özellikle devlet senfoni orkestralarının, bu tür çalışmalar yapmasının gerektiğine inanıyorum.
Her kentin böyle ünlü, uluslararası üne kavuşmuş orkestralarının olması gerekiyor.

ANMA iki güzel konseri dinlememizi sağladı.

 

Yazarın Tüm Yazıları