Paylaş
Manşet ürperticiydi: “Nâzım hâlâ yasaklı”.
Gerçek olduğunu fark edince, 2012 yılında yaşamadığıma karar verdim. Daha doğrusu takvimler Eylül 2012’yi gösterse de hâlâ onlarca yıl geride imiş özgürlük anlayışımız.
Demek ki 1930’ların kâbusu, İkinci Dünya Savaşı’nın faşizan ruhu daha ölmemiş!
Uygulama ile yasak kararının birbirine ters düşmesi, bizim ülkemizdeki çelişki gülünçlüğünü ortaya koyuyor.
Devlet adamları, hükümet yetkilileri sık sık Nâzım’dan şiirler okuyor, ona yapılan zulme gözyaşı döküyorlar. Türkiye’nin her köşesinde mazlumu anlatmak için, özgürlük meselesinin altı çizileceği zaman bütün devlet adamları, siyasetçiler ona sığınıyorlar. Onun şiirleri, her yerde okunuyor, her yerde yazılıyor. Ama yasaklı hali devam ediyormuş.
Kitap yasaklamanın anlamsızlığını, insanı tarih önünde düşürdüğü zavallı durumu, sanırım siyasetçiler ve hukukçular okumuyor.
Bir süredir yeni bir Nâzım yazısı hazırlıyorum, hayatını ve yazdıklarını yeniden gözden geçirdiğimde, çektiklerinin nasıl da hak etmediği bir muamele olduğunu bir kez daha anlıyorum.
Yalnız o mu yasaklı? Bu topraklarda, yıllardır kaç kitap yasaklandı, imha edildi. Sonuç, bunu yapanlar tarihin kara sayfasına yazıldılar, kitaplar yeniden basıldı, okundu, onu yazanlar yüzyıllardır yaşıyor.
Hiçbir kitabın yasaklanması mazur görülemez, eğer ondaki düşünceleri kabul edemiyorsanız, karşı düşüncede iseniz, o zaman siz de yazarsınız, kendi düşüncenizi savunursunuz.
Bizler tek parti döneminden bugüne ‘resmi yasaklı’ olan 23 bin kitabın sicilinde bulunan ‘yasak’ kararını sildirmek için yasanın çıkarılmasına seviniyorduk. Ancak bu yasaya rağmen “kitaplar üzerindeki yasak” bitmiyormuş. Mahkemelerin yeniden “güncel yasaklı kitap listesi” oluşturacak olmasının yanı sıra, Muzır Kurulu kitaplar hakkında kendi “özgür iradesine”(!) göre davranırken, Türkiye’de gerçek anlamda düşünce ve ifade özgürlüğünden söz etmek ne yazık ki imkânsız gibi görünüyor. Bu nedenlerle insani değerler sıralamasında Türkiye’nin 169 ülke arasında 83. sırada yer almasına şaşırmamak gerekir.
* * *
BİZİM kuşak, 1950 Kuşağı, birçok kitabın yasaklanmasının tanıklığını yaşamıştır. Nâzım’ı, 1940 Toplumcu Gerçekçi Kuşağı’nın kitaplarını fotokopilerden okumuştur.
Şimdi askeri darbeler yargılanıyor, eleştiriliyor, hiç kuşkusuz kimse darbeleri savunmaz. Ancak 1950 Kuşağı ve o zamanın birçok yazarı, bilim adamı, birçok kitabı 27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra okuyabildi. Marksist edebiyatın temel eserleri o dönemde yayımlanabildi. Yabancı yayınlar satan kitabevlerinin vitrinlerinde görülen, ancak oralardan alınabilen kitaplar dilimize çevrildi. Bu kitapların ışığında yerli birçok yeni ve nitelikli inceleme yapıldı.
Buna rağmen hâlâ birçok kitap dava konusu oluyor, onların adlarını tekrarlamaktan ben artık usandım ve utanıyorum. Geçen yıllardaki listede birçok yazar var.
Hele bazı ünlü, iyi edebiyat kitaplarının müstehcen tehdidi altında toplatılması, yargılanması garabetin de üstünde.
Televizyonların, internetin olduğu bir çağda, kitabı müstehcen bulmak, bulanı kaç yüzyıl geriye götürür tahmin edemiyorum.
Bir edebiyat dehasının, Oscar Wilde’ın sözünü unutmayın. “Müstehcen kitap diye bir şey yoktur, kötü kitap diye bir şey vardır.” Ama ne mutlu ki. kötü kitap yasaklanamaz!
Hiç kuşkusuz, kitap yasaklamanın birçok kuşağı bilimden ve edebiyattan uzak bıraktığını unutmayalım. Askeri darbelerden sonra, ev baskınları yüzünden birçok kişi kitaplarını yaktı, uzak yerlere gönderdi veya gömdü.
Televizyonlarda kitap, silahlarla ve örgüt dokümanlarıyla birlikte gösterildi.
İnanıyorum ki, bu kitap yasaklamalar yüzünden okul kitaplıkları anlamını, işlevini yitirdi, başvurulma özelliğini kaybetti. Çünkü okul yetkilileri de, öğrenciler de kitaptan korktular.
Yasak kelimesiyle kitap kelimesini bir araya getirenlerin, eğitime en büyük düşmanlıkları yaptığını sık sık belirtelim.
Askeri darbelerden birinde İngiliz dergisi Encounter’da bir yazı çıkmıştı.
Evi aramaya gelenlere, ev sahibi diyor ki, “Ben antikomünistem”. Bunun üzerine evi basan şunu diyor: “Biz komünizmin her türüyle savaşıyoruz”.
* * *
YASAKLI kitap ayıbından bizi kim kurtaracak?
Kitapların hepsini özgür bırakmalı, herkes istediğini seçebilsin. Böyle baskılar, yasaklamalar, sansürün en tehlikelisi ve en zararlısı olan otosansürü ateşler.
Sansürlü beyin yaratmak, bir ülkenin insanlarına yapacağı en büyük kötülüktür. Bu sansürlü beyinler, ileride onları var eden anlayışı da yıkmak için zaman kollayacaklar!
Paylaş