P Dünya Sanatı Dergisi, güz sayısını Kitap ve Sanat’a ayırdı.
Kitap deyince hep içeriğinden söz ederiz, tartışmalarımızda, konuşmalarımızda, kapağından, tasarımından bahsettiğimiz enderdir.
Oysa içerik kadar cildi de, harfleri de, sayfa düzeni de önemlidir. Hiç kuşkunuz olmasın okuma zevkini belirleyen öğeler arasında, tasarımcının, grafikerin rolü büyüktür.
Ben bazen kütüphanemde gezerken, elimi uzatıp aldığım kitabın beni tahrik eden yanının sırtı, daha sonra da kapağı olduğunu çok sonraları fark ederim.
Kitap koleksiyoncularının zevkleri arasında, içerik ve dış görünüş, bir bütünlüğü oluşturur.
Bizim gibi paha biçilmez el yazmalarının bulunduğu bir ülkede, cilt de önemli bir sanat.
Ya kütüphaneler?
Kitap, kapağı, süslemesi ve onların muhafaza edildiği yerler, kitap kavramının ayrılmaz parçalarını birleştiriyor.
Peki böyle bir özel sayıda, okurun aklına ilk gelen sorunun yanıtını ilk yazı veriyor:
Dünyanın En Pahalı Resimli Elyazması: Rothschild Dua Kitabı.
16. yüzyıl başlarında hazırlandığı sanılan, ince parşömen üzerine Latince yazılı bu yapıt açık artırmada 13.366.544 dolara satılmıştı.
İki sanatçının ortak yaratısı kitaplar, ayrı bir özellik taşırlar, Blaise Cendrars-Sonia Delaunay, Max Jacob-Pablo Picasso, Paul Eluard-Joan Miro beraberliğinin görüldüğü kitaplar, sanırım sanat dünyasının çok önemli ürünleridir.
Bizde de ressamlarla yazarların işbirliği yaptığı bazı kitaplar vardır.
Selçuk Demirel’in iki illüstrasyonunun kitap ve sanat konusunda bende yarattığı çağrışımların, okurlarda da aynısını yaratacağından kuşkum yok.
Biri, açılmış bir kitap kapağı, içinde gökkuşağı ve bir insan, diğeri de bir harf yumağı ve uzay boşluğu.
Çin icadı káğıt hakkında yeterince bilgi edindikten sonra, basılı káğıt döneminin başlayışını, onu izleyen zevk devrimini öğrenebilirsiniz.
P’de Şevket Rado Koleksiyonu’ndaki Müteferrika baskıları konusunda da bilgi sahibi olacaksınız, Ömer Koç Kitaplığı’nın sizi çeken büyüsünü de yaşayacaksınız.
Celál Üster, Sunu’da sayının özelliğini şöyle tanıtıyor:
‘1970’lerin hemen başında New Yorker dergisine yazdığı özyaşamöyküsü denemesinde anlatır. Jorge Luis Borges’in yaşamındaki en önemli şey, babasının kitaplığıdır. Onca yıl sonra bile, kendini o kitaplıktan hiç çıkmamış gibi duyumsar.
Camekánlı raflarında birkaç bin kitabın bulunduğu o kitaplık gözünün önünden hiç gitmemiştir. Daha çocukluk çağında miyop olduğundan mıdır, bilinmez, o günlerdeki yüzlerin çoğu belleğinden silinmiş; ama Chamber’s Encyclopaedia ile Britannica’nın çelik levhayla basılmış gravürleri tüm seçkinliğiyle belleğinde kalmıştır.’
Kitap tasarımının, seçilmiş örneklerini Grafikerler Meslek Kuruluşu’nun yıllık sergilerinde izliyoruz, onları gördüğümüz zaman da kitap sanatının önemini hatırlıyoruz, daha sonra okuduğumuz kitaplarda bu hususa da bakıyoruz.
Bir grafiker kitap tasarımını şöyle özetliyor:
‘Bir kitabın yaşam serüvenine, yazar ve yayıncıya ek olarak bir de tasarımcıyla başlamasıyla ortaya çıkar, obje kitap.
Yayıncı kararı ve parayı verir, yazar ile tasarımcı kitaba hayatiyet!’
Enis Batur, Güzel Sanatlardan Biri Olarak Kitap Yapımı yazısında, el yazısından basılı kitaba geçen serüvenin izini sürerek, kitabın tüketim ürünü olarak durumunu irdeliyor. Kitap yapmanın bir meslek olduğunu tarihten örneklerle vurguluyor.
Kitap ve Sanat, bize kitap sevgisinin, kitapla ilgili bütün unsurları kapsadığını gösteriyor. Tarih boyunca elyazmasından ofset baskılı olanına kadar.
Ancak bütün bunların bir arada bulunduğu ünlü kitaplıkları da gözümüzün önünde canlandırıyor.
Gerek dışarıda, gerek içeride büyük genel kitaplıkların, özel kitaplıkların içine girdiğimizde, bizi karşılayan kitapların önce görüntüsü sonra içi bizi büyülü bir dünyanın içine çeker.
Satırlar, resimler, gravürler, çizgi ile yazının beraberliği, her zaman kitabı kitapseverlerin gündemine getirmiştir.
Unutmayalım ki, bazen bir kitabın içindeki gravür, bir kitabın kapağı bizim belleğimizde satırlardan çok daha büyük bir iz bırakır.
P’de okuduğunuz yazılar kadar, fotoğraflara görsel malzemeye de dikkatinizi çekerim.
Birçoğu ilk kez Türkiye’de yayınlanıyor.
Bizde illüstrasyon ile, resim ile yazının bir arada bulunduğu, bu özel sayıya girecek güçte kitaplar var mı? Anımsamıyorum. Hele uluslararası ölçekte hiç yok.
Kitabın içi kadar dışını da seveceğiniz ilgileneceğiniz yazılar toplamı, saklanması gereken bir özel sayı.
Şevket Rado koleksiyonundaki tek eksik
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türklerin bastığı ilk kitaplara ‘Müteferrika baskıları’ veya ‘Müteferrika baskısı kitaplar’ denilir. Bu adlandırma, matbaayı kuran İbrahim Müteferrika’dan kaynaklanır. Müteferrika Matbaası’nda basılan kitaplar kitapçı ve koleksiyoncu piyasasının önemli parçalarını oluştururlar. Hemen her kitapsever koleksiyoncu Müteferrika toplar, bütün baskıları bir araya getirmeye çalışır. Şevket Rado’nun topladığı nadir kitapların önemli bir bölümünü de Müteferrika baskısı kitaplar oluşturur. Bu koleksiyon, uzun yıllar içerisinde sabırla oluşturulmuş, özel bir koleksiyondur. Osmanlı kültürüne ait nadir ve iyi kitaptan çok iyi anlayan Rado, Müteferrika baskılarının henüz az bulunur hale gelmediği 1960 ve 1970’li yıllarda, dağılan paşa kütüphanelerinden çıkan cildi güzel, tezhipli, temiz nüshaları seçerek oluşturmuştur Müteferrika koleksiyonunu. Müteferrikaların bir kısmı Sadrazam Küçük Said Paşa’nın kütüphanesinden çıkmadır. Bir kısmına özel olarak tezhip yapılmıştır. Şevket Rado’nun Müteferrika koleksiyonunun tek eksiği Holdermann’ın Grammaire Turque ou Methode Courte&Facile, pour Apprendre la Langue Turque(Türkçe Öğrenmek İsteyenler İçin Kolay ve Çabuk Gramer Metodu) isimli eseridir.
Kütüphaneler kütüphanesi
Öyle iki anıt var ki, olduğumuz şeylerin tümünü simgeledikleri söylense yeridir. Birincisi, gökyüzünün erişilmezliklerine erişmek için yaratılmış; sonsuz uzamı ele geçirme isteğimizden kaynaklanmış, iletişim kurma çabalarımıza gündelik engeller çıkaran dillerin çokluğuyla cezalandırılan bir istekle doğmuş. İkincisi, o dillerin kaydetmeye çalıştıklarını bir araya getirmek için yaratılmış; şimdimizi, unuttuğumuz bir geçmişten ve bilmediğimiz bir gelecekten koparan zamanı alt etme umudumuzdan doğmuş ve şimdiyi bile yutup yok eden bir yangında son bulmuş. Uzamdaki Babil Kulesi ve zamandaki İskenderiye Kütüphanesi, olanaksızlıklarımızın nöbetçileri olarak kendi külleri arasından yükselen iki tutku simgesidir.
Hiçbir zaman betimlenmemiş olan İskenderiye Kütüphanesi’nin sözcüklere dökülmemiş mimarisi, olanca gizemi, görkemi ve ölümsüzlüğüyle, evrensel düzen düşlerimize girmeyi sürdürüyor. Ondan önce ve ondan sonra, onun gibi bir şey hiçbir zaman düşlenmedi. Kendini her şeyi kayda geçirecek biçimde düzenledikten sonra, kendi yok oluşunu da öngören ve bu yok oluşun kaydını saklayan tek yer olan bu kütüphanenin bir benzeri daha gelmedi yeryüzüne.
Kitabın giysisi ciltler
Cilt, kitabın yapraklarının yıpranmasını önleyen bir koruyucudur. Arapça kökenli olan bu sözcük ‘deri’ anlamına gelir ve şu bölümlerden oluşur: Ön kapak, kitabın ön yüzünü örter. Arka kapak, kitabın arka yüzünü örter. Sırt kitabın yapraklarının dikim yerlerini örter. Miklep, kitabın alt kapağının uzun kenarına eklenerek, kitabın ağız kısmını örter ve ön kapağın altında kalır. Sertap, miklebi alt kapağa bağlayarak onun kolaylıkla hareket etmesini sağlar. Cildin iskeleti (taslağı) önceleri tahta, daha sonraları mukavva olmuştur. Mukavva, birinin suyu, diğerinin aksi yönüne gelecek şekilde, istenilen kalınlık elde edilinceye kadar üst üste yapıştırılmış káğıtlardan meydana gelir. Hazırlanan bu taslağın dışı ve içi, üzeri dönemin bezeme zevkine ve mücellidin ustalığı ölçüsünde süslenmiş deri, altın plaka, bağa, fildişi, işleme veya dokuma ipek kumaş, ebru káğıt gibi maddelerle kaplanır.
Ben kimim
Aslında denilebilir ki, her kütüphane gibi İskenderiye Kütüphanesi de her okurun özyaşamöyküsüydü. Birkaç yıl önce Amerikalı yazar Nicholas Barker, Boston Atheneum’un kütüphanesinden ödünç aldığı kitabın 19. yy’da satın alındığından beri bir kişi tarafından bile istenmediğini öğrenip de çok şaşırdığında, ‘Ama Bay Barker,’ demişti kütüphaneci gülümseyerek, ‘o kitap sırf sizin için alınmıştı zaten!’
Geçmiş, şimdi ve gelecek, bellek ve ölümsüzlük, dünyanın tüm öteki yörelerine ve zamanın tüm öteki an’larına bağlantılar yığınağı, ama gene de bu dünyaya dayalı ve her okurun yaşam süresi içinde; İskenderiye Kütüphanesi, kitaplarının içersinde, her bir insanın binlerce metaforda saklı ve binlerce öykünün içinde anlatılan gerçek öyküsünü barındırıyordu. Daha da önemlisi, İskenderiye Kütüphanesi her bir rafında ‘Ben kimim?’ sorusunu ortaya koyarak, bizim insan kimliğimiz olarak duruyordu orada.