Paylaş
O, tiyatro ve sinema dünyasının usta bir insanıydı, yaşadıklarını, okuduklarını sindirip bir oyuncu ustalığıyla bize aktarırdı.
Her kavramın karşıtının da bulunması dil mantığıdır. Alçakgönüllü sözü onun kişiliğini özetler mi, hayır. Çünkü o tanıdığımdan beri yüksekgönüllüydü. Kendini övmez, öne çıkmaz, hep başkalarını yüceltir, onların bilinmesini, tanınmasını isteyecek kadar yüksekgönüllüydü.
Yurtdışındaki faaliyetleri, ustalığın getirdiği ödülleri, Türk kamuoyu ne zaman öğrendi biliyor musunuz? Dizilerde rol aldıktan sonra.
Ne yazık ki, televizyonun yarattığı ortalama zevkler birikimi, derine inmeyi önlüyor.
İyi bir sanatçı, alanı dışındaki kültürü de edinir. Onun sızıntısı her işinde hissedilir.
Aramızdan ayrıldıktan sonra, hakkında çıkan haberleri okurken, onun dizilerdeki oyunlarının başarısının altını çiziyorlardı.
Özellikle ‘Muhteşem Yüzyıl’daki Ebussud Efendi rolünden söz ettiler. Elbette çok iyi oynayacaktı, elbette seyirciyi hayran bırakacaktı, çünkü o Ebussud Efendi’nin kim olduğunu biliyordu, onunu tarih içindeki konumunu yıllar önce okumuştu.
* * *
EN yalın konuşmalarda bile, Tuncel Kurtiz, farkını gösterirdi. Otobüs yolculuğunda herkesin arasında, bu benim Masserati’m demişti. Onun göndermesinde bile el yapımı bir arabanın adı geçiyordu.
Yıllar önce bir yazımda yer almıştı, onun oynadığı nice oyun, bizim kuşağımızın belleğinde bütün tazeliğini korur.
Devri-i Süleyman, Nâzım Hikmet, Umut, Otobüs.
Bu oyunları sahneye koyanlar da, oynayanlar da demokrasi ve özgürlük tarihine geçecek adlardır.
Tuncel Kurtiz’in Bölük Pörçük(*) kitabı için bir tanıtma yazmıştım, onun hayatını ve bu hayatın içine girenleri okuduğunuzda, bir kuşağın efsane adlarının başka yönlerini de öğrenmiş olursunuz.
Yeni kuşak onu dizilerden önce, Şeyh Bedrettin ve Memleketimden İnsan Manzaraları’nda tanıdı.
Sultanahmet ‘Yerebatan Sarnıcı’nda (Sarayı) Nâzım’ı seyredenlere yeniden sevdirdi, okuttu. Şeyh Bedrettin’i bir de ondan dinleyenler yarattığı etkiyi çok iyi hatırlayacaklardır.
Bölük Pörçük’teki bir cümle sizin ilginizi çekecektir:
“Ben gitmeseydim Umut gösterilmeyecekti.”
Ayrıntısını kitaptan okuyun.
Evet, şimdi ne yapmalı. Radyolar, televizyonlar onun filmlerini göstermeli, tiyatro ve sinema eleştirmenleri bu programlara katılıp onun hakkında konuşmalı.
Yoksa bir günlük törenlerle onu unutulmuşluğun girdabına bırakmamalıyız.
Onun yaşamı, genç kuşaktan birçok tiyatrocuya örnek olmalı.
* * *
SEVDİĞİN topraklarda huzur içinde uyu, Kaz Dağları’nın son tanrısı!
(*) Bölük Pörçük, Tuncel Kurtiz, Boyut Kitapları.
KİTAPTAN BÖLÜMLER
Tiyatrocu oldum, sevdiğim beni bıraktı
...O gece yuhalandık Dram Tiyatrosu’nda. Ama gene de Beyoğlu’nda, yanılmıyorsam Bekar sokağın oralarda Şitat Hamburg diye bir lokanta, şarap, menekşe, aşk içinde mağlubiyetimizi galibiyete çevirdik. Arkasından Metin Serezli, Güneş Uğurlu, Filiz Uygur ki onun adını Elif Oykur diye yazıyorduk. Çünkü o felsefe okuyordu, ben hukuk okuyordum ama birbirimizi seviyorduk. Sonra ben tiyatrocu oldum. O da beni bıraktı. Ama aşk vardı. Fotoğraflar onlarda kaldı.
Ben gitmeseydim Umut gösterilemeyecekti
Birdenbire Cannes Film Şenliği’ndeyim. Umut filmi gösteriliyor. Gönenç, Henrike, Geni ve Anna beni Münih otobüs garından aldılar. Ben İstanbul’dan Bosfor Turizm ile çıktım. Babam, İstanbul Vali Muaviniydi. O uzattı pasaportumu. Edirne’den çıksın demiş, şube müdürü arkadaşı. Ben otobüsle, Arif Keskiner yani Çiçek Arif bir bavulun içine doldurduğu Umut filminin kopyasıyla uçakla hareket ediyor Cannes’a.
Film coşkuyla karşılandı. İyi ki gitmişim. Çünkü ben gitmeseydim film gösterilemeyecekti. Bobinler karmakarışık sarılıp bavula konmuştu. Filmi bilen tek insan bendim orada. Doğru sıralama yapana kadar canımız çıktı ama yetiştirdik filmi.
Paylaş