Kadın gözünden saltanat İstanbul’u

Yabancı yazarların İstanbul hakkındaki kitapları, yazıları bana ayrı bir tad verir.

Hele ki, yıllardır yaşadığım kente, o kentin tarihine oryantalizmin bakış açısıyla bakmak, pek çok şeye farklı bir boyut kazandırır.
Üstelik yazan bir kadınsa, onun notlarında, gözlemlerinde, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki kadının yeri de epeyce yer kaplar. Basmakalıp bir ifade gibi gelse de, bu şehre sultanlar döneminde bir “kadın duyarlılığı” ile bakılan kitap, özel bir dikkat gerektirir.
Julia Pardo’nun Sultanlar Şehri İstanbul’unu okurken, büyük kentlerin tarihinin her zaman yazılacak gizli bir özelliği olduğu kanısında ısrar ediyorum.
Yazıları, çizimleriyle W.H. Bartlett süslemiş.
İngiliz yazar, bu kitabı 1836’da yazmaya başlamış.
Yüzyıllar öncenin İstanbul’unu okurken bugüne kalan izleri bulursunuz mutlaka.
Çünkü tarihî kentlerde, hele İstanbul gibi birden fazla imparatorluğa ve devlete tanıklık etmiş yerlerde, dünle bugünü bir arada yaşayabilirsiniz.
O nedenledir ki, kaç yıldır bu şehirde yaşıyorsunuz, kaç kuşaktır buradasınız sözleri, böyle kitaplarla daha anlam kazanır, soruların içi dolar.
Bu tür kitaplara gösterilmesi gereken özen yerine getirilmiş.
Gerek çevirenin notu (ç.n.) gerek editörün notu (e.n.) ilaveleriyle, bugünün okuru için daha anlaşılır kılınmış.
İstanbul’un bir semtini gezerken, kitaptan bir bölüm okuyabilirsiniz. Bu metod size tarihî bir derinlik kazandırıp, o semtin sizdeki imgesini ve sizin hayalgücünüzü genişletir.
Yaşama biçimini, alışkanlıkları, geleneksel özellikleri de buradan öğrendikten sonra, şöyle bir okuma süreci de yaratabilirsiniz kendinize; yabancı bir kadın yazar o dönemin İstanbul’unu, İstanbul’da yaşayan insanları böyle anlatıyor, bizden biri nasıl anlatmış ve bugün nasıl anlatılıyor? Bu fikirden hareketle mukayeseli bir okuma, İstanbul’a bakışınızı daha da değişik hale getirecektir.
İçindekilere baktığınızda, konu zenginliği zaten sizi bu kitabı okuma alanına çekecektir.
Sözgelimi Türk Kadınlarıyla Evde ve Çarşıda bölümündeki bazı tesbitler acaba bugün de yaşıyor mu?
“Umumiyetle bakıldığında kadınların edindikleri itiyatlar son derece lüks ve tembelce, tabii sabah erken kalkma huyları dışında. Faydalı bir işle meşgul olsalar çok şüphesiz takdire değer olan, ama ennui’yi [can sıkıntısını] her gün iki-üç saat uzatmaktan başka bir şeye yaramayan bu huylarını nereye oturtacağımı doğrusu tam bilemiyorum. Vakitlerini giyinerek ve süslerinin yerini değiştirerek, hamamda ve uykuda geçiriyorlar. Sanki su içer gibi istedikleri zaman uykuya dalıyorlar; kışın tandır örtülerinin altına sokulmaları, yazın da yazlıklarına gömülmeleri yetiyor; beş dakika içinde rüyalar alemine gidiveriyorlar. Sahiden de bu mevzuda öylesine hünerliler ki, nasıl bir Avrupalı hanım dostlarını gezmeye davet ederse onların da aynı sang froid [soğukkanlılık] içinde misafirlerini biraz kestirmeye davet etmeleri ender rastlanan bir şey değil. Bununla beraber, birçok yerde hamaratlık haremle bile sızan bir huy haline gelmekte; son yaşanan değişiklikler kadınların meşgalelerini ve hissiyatlarını şüpheye mahal vermeyecek şekilde tesir altında bırakmış; mutlak tembellik, asim bir Türk kadını için mecburi bir hususiyet olmaktan çoktan çıkmış.”
Türk karakteri nedir? Çocuklarına, bilhassa analarına karşı nasıl davranırlar?
“Türklerin aynı ölçüde güzel bir karakter hususiyeti de kendilerini dünyaya getiren varlığa karşı hissettikleri hürmet. Karılarının nasihat ve azarlarına kulak asmazlar. Onların sözleri boştur. Buna karşılık anne bir kâhindir; ona danışılır, iç dökülür, hürmetle sözü dinlenir, hayatının son anına kadar el üstünde tutulur ve öldükten sonra da sevgi ve hasretle yâd edilir. “Karılarım ölürse yerlerine yenilerini alabilirim,” der Osmanlı. Ama ölmüş olan ve artık göremeyeceğim anamı kim bana geri verebilir?” diye ilave eder. Bunlar güçlü hususiyetler, insan tabiatının kaydettiği güzel gelişmelerden; onlara içtimai olarak atfedilen “barbarlık” hakikat dahi olsa, ilmiyle ve bilgi üstünlüğüyle böbürlenen medeni Avrupa, daha az inkişaf etmiş Müslümanlardan en azından bu sahada daha büyük bir üstünlüğe sahip olmadığını itiraf etmek mecburiyetinde.”
Pardoe’nun kozmopolit, çok dilli, çok dinli İstanbul’u anlatan bölümleri, genç kuşaktan birçoğuna bir masal gibi gelebilir. Yaşamış olanlar, yazılanların geçmişte kalan gerçekler olduğunu bilir.
Yazar, kendi ülkesinin, Avrupa’nın ve Ada’nın alışkanlıklarının ölçütlerini zaman zaman bizim hayatımıza uygulamakta, o zaman da eleştiriler yapmaktadır.
Ancak bazı özelliklerimizin onda sevgi yarattığını gösteren satırlar çoktur.
Sultanlar Şehri İstanbul, İstanbul’da yaşayanların İstanbul’u biraz merak edenlerin ve tarih sayfalarındaki İstanbul’la ilgilenenlerin alması gereken bir kitap.
Hiç kuşkum yok, gezerken, bu kitaptan bazı sayfaları okuma ihtiyacı duyacaksınız.
(Sultanlar Şehri İstanbul, Julia Pardoe, Çev.: Banu Büyükkkal, Çizimler: W.H.Bartlett, Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın katkılarıyla Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.)

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Erol Toy / Türk Gerilla Tarihi / Gürer Yayınları
Simon Beckett / Ölümün Kimyası / İthaki Yayınları
Ömer Erdem / Kireç / Everest Yayınları
E.H.Carr / Komintern ve İspanya İç Savaşı / İletişim
Herman Melville / Kâtip Bartleby / Helikopter
Yazarın Tüm Yazıları