Paylaş
Sergi mekânına girer girmez ilk aklıma düşen söz, sanatla zanaatı sanatçının usta bir biçimde kaynaştırması.
Çekirdek benim için birçok çağrışımı barındırır, insanın yaradılışına dair sırlar çekirdeğin içindedir. O çekirdeğin içinde, resimlerin de gizinde yalnız resim sanatının değil edebiyata dair de alıntılar vardır. Kimi zaman bunu sıradan bir ziyaretçi anlamadan geçer ama dikkatli bir sanatsever sanatın insanoğluna vermek istediği birçok düşünceyi içerdiğini fark eder.
Sanatçının birey olarak varoluşunun öyküsünü ben onun resimlerinde bulurum.
Resimlerin yanı sıra heykellere dikkat etmenizi istiyorum. Mekân olarak da büyük çalışmaların yer aldığı heykeller bir başka açıdan bana neyi hatırlattı biliyor musunuz?
Çekirdek kavramı, imgesi resimde nasıl sanata getirilir, resimdeki yaratıya baktığımda biçimsel boyut anlayışı, yorumu türde de bir başka yorumu getiriyor.
Resimle heykellerin bir aradalığı FatmaTülin’in yaratma yoğunluğundaki türe sığmayış anlayışını açıklıyor.
Çalışmanın her zaman her yerde yapılması bir sanatçının gerçekten de her an yaratma sürecini yaşamasından kaynaklanır. Bir sözü çok hoşuma gitti konuşmasında: “Benim için her mekân çalışma alanı olabilir.” Müziğin yaratışının her evresinde olduğunu açıklaması, benim, eserlerine bir de bu türden bakmamı sağlıyor. Gerçekten de benim için müzik bir sanatçının çalışma ortamını zenginleştirir. Soyut ögeler kullanarak soyuta ulaşmak...
İyi bir sanat eseri karşısında bildiklerimizin ötesinde bir zevk alanına taşınamıyorsak, bilineni/bildiğimizi tekrar etmekle yetiniriz. Fatma Tülin bizi düşünmeye çağırıyor, bir kavramın, objenin her halini bize sergiliyor. Bir ziyaretçiye yeni tatlar aşılıyor, belki şaşırtıyor da.
Sergideki heykeller önce bronz döküldü, sonra da alüminyum kullandı.
Her zaman öneririm; bu heykeller bir kurumun, bir holdingin girişinde kullanılmalı. Biraz şaşırmak, biraz düşünmek, bilgimizi yenilemek...
Sanat Dünyamız dergisindeki Ece Balcıoğlu’nun Fatma Tülin’le yaptığı konuşma, onun heykellerini, resimlerini anlamada yardımcı olabilir.
Bu sergide ilk kez resimlerinin yanı sıra iki heykelini de gördüm Fatma Tülin’in: Tülin’in resimlerinden bildiğimiz, bence izleğin de ötesine geçen iki dev şeftali çekirdeği. Tülin, yaşamın başlangıcıyla özünü gördüğü çekirdekte, bir sanatçı olarak evrenin öyküsünü kurguluyor. Şeftali çekirdeğinin katmanlı, merdivenli yapısı da dünyamızın katmanlarıyla, yaşamımızın inişli çıkışlı halini anımsattı bana. Heykellere baktığımızda kendi yansımamızı görmemiz, anlatılanın bizim hikâyemiz olduğunu anımsatmak için belki de.
Tülin, bir resme bakarken sadece resmin öyküsüne değil tekniğine de dikkat edilmesini ısrarla vurguluyor, haklı olarak. Sanatçı neden başkasını değil de o rengi seçmiş, neden ince ya da kalın fırçalarla resmetmeyi yeğlemiş, neden bir kitaptan alıntıyı resminin içine yerleştirmiş? Resim sever kişi, bunu da merak etsin, sanatın içindeki zanaatı ıskalamasın istiyor.
Serginin adı ilgi çekici: ‘Modus Vivendi - Bir Yaşam Hali’. Bunu hem sanatçının tüm yaşamı demek olan yaratma ve üretme haline hem de kadını, erkeği ve doğasıyla hayata gönderme olarak okuyabiliriz. Tülin’in bu sergisinde çoklu göndermeleri kaçırmamanızı öneririm. Tek resimde hem kadın figürünün hem mitolojik simge olan elmanın hem de bu ikisinin anımsattığı sorunu işleyen öncü kadınlardan Simon de Beauvuar’ın ‘İkinci Cinsiyet’ (Le Deuxième Sexe) kitabından alınan, kadının bağımsızlık sorunuyla (‘La Femme İndépendante’) ilgili metnin olması, göndermelerin zamansız denecek kadar geniş olduğunu gösteriyor.
Sergiyi 16 Aralık akşamına kadar gezebilirsiniz.
Paylaş