Paylaş
TÜNEL Meydanı’na eskiden sık sık uğrardım. Özellikle de Hakan Atala’nın Lale Plak dükkânını ihmal etmezdim.
Çünkü orası benim ses dünyamı zenginleştiren yerdi. Atala sıradan bir satıcı değildi ki, müziğin her türü için danışmanlık yapardı, yeniliklerden bizi haberdar ederdi.
Sait Faik Abasıyanık’ın da öyküsünden sonra, İstanbul’da yaşayan herkes oraya uğramıştır.
Orası özel sebeple kapanınca İstanbul’un bir yanı benim için eksik kaldı.
50. yılındaki yazımı yeniden okudum. Böyle yerler artık kişilerin değil, bir şehrindir, ben belediyenin bu plak evinin yaşaması için çaba göstermesini bekliyorum, umuyorum.
Çünkü uzunçalar (LP) yükselişte, dijital onları yok edemedi. İyi müzik dinlemek isteyenler onu tercih ediyorlar.
Sürekli müşteriler -ki Hakan Atala hiçbir zaman onlara bu gözle bakmadı, o sıfatı kullanmadı- ziyaret ederler, ille de bir şey almazlar, Hakan Atala ile sohbet edip giderler.
İçeri girmek kolaydı ama dışarı çıkamazdınız. Çünkü her bir raf sizi bir parçaya çeker, çekmeceler müzik dünyasının bütün gizini size sunardı.
Farklı türlerin de iyi solistleri, toplulukları olduğunu size ispatlardı. Siz de yeni bir ses kazanarak evinize dönerdiniz.
EN YENİ PARÇALAR
Plak, CD satan hiçbir yerde onun vitrinindeki adlara rastlayamazdınız. Barok da buradaydı, operalar da çekmecelerdeydi, dünya müziğinin en yeni parçaları da sizin elinizdeydi.
Bu tür mağazalar benim dünyayı kavramamda, o ülkenin insanlarını tanımakta sesli kütüphane işlevi görürler.
Herkes Lale Plak’a uğrardı. Kapanışı öğrenilince, bütün müzikseverler bir dosttan ayrılmanın hüznünü orayı ziyaret ederek paylaştılar.
Müzik tutkunlarının yanı sıra müzisyenler de uğrardı. Böylece icracılarla dinleyicilerin de buluşma mekânıydı.
Hakan Atala, ‘işin mutfağında olmayı seven bir kişi’.
Beyoğlu’nun Tünel Meydanı’nı yeniden canlandırmak gerekiyor. Ben Lale Plak’tan Frenç-Amerikan kitap mağazasına, oradan Hachette’e, Necdet Sandır’ın girişteki kitapçısına uğrardım. Birçok arkadaşım da bu kültür turuna Lale Plak’tan başlardı.
BEYAZIT’TAN BEYOĞLU’NA
HAKAN ATALA 1961 yılının 8 Mayıs’ında dünyaya geldiğinde, İstanbul’da adı Lale olan bir mağaza çoktan vardı. Üsküp’ten İstanbul’a göçen babası İbrahim ve amcası Yusuf Atala, Beyazıt’ta Beyazsaray’ın altında açmışlardı kırtasiyeden çakmağa her bir şeyin satıldığı Lale Mağazası’nı. Uzun yıllar iki aileye de bakan Lale, Beyazıt’taki istimlak çalışmaları nedeniyle 27 Temmuz 1953’te kapanmak, daha doğrusu taşınmak zorunda kaldı. Aslında iyi ki de öyle oldu, çünkü İstanbul Tünel’de ‘Lale Plak devri’, 1954 yılında böylece başladı.
ÜSTÜ KEMAN ATÖLYESİ
Müthiş bir arşivci olan İbrahim Atala, ajandasının 13 Mayıs 1954 tarihli sayfasına şöyle yazmıştı: “İşe başladığımız tarih!” O dönemde sattığı kırtasiye malzemesi, albüm, çakmak, dolmakalem, hatta daktilo gibi mallar arasına plakları da eklemiş olan küçük dükkân, aslında 1 numarasını işgal ettiği Galip Dede Caddesi’ne çok yakışmıştı. Çünkü o cadde boydan boya müzik aletleri satan, müzikle ilgili herkesin sık sık uğradığı bir yerdi. Üstelik dükkânın üst katı bir keman atölyesiydi o zaman. Şimdilerde içlerine girdiğinizde, mutlaka davul ya da gitar başında birini yakalayacağınız, bazı satıcıların da müzisyen olduğu Galip Dede’nin hemen başında Lale Plak gibi, küçük ama derin bir ‘müzik rezervi’nin olması, Tünel Meydanı’nı uzun yıllardır Tünel Meydanı yapan şeylerden biri olacaktı. Öyle bir rezerv ki her isteyen istediği piyasa müziğini bulamazdı orada. Ama klasik, caz, dünya müziği alanında ne istediğini bilen ya da bilmek isteyenler için ‘yok’un olmadığı bir yerdi. Galip Dede Caddesi’ndeki Divan Edebiyatı Müzesi’ne saygıyı ihmal etmeyip Sufi müziğine de yer veren... Müşterileri arasında önemli bir yer tutan turistlere tanıtmak amacıyla, içinde elektrik ve dejenerasyon olmayan geleneksel Türk müziklerini de unutmayan...
DAKTİLO YANI PLAK
Tabii Lale Plak bu noktaya hemen gelmedi, işinde çok titiz, biraz sert ve ‘Fazla çeşit her zaman iyidir’ düşüncesinde olan İbrahim Atala, dükkânı iğne atsanız yere düşmeyecek kadar çok çeşit malla doldurmuştu.
Hakan, her şeyin raflarda üst üste, vitrinde iç içe olduğu, zarfın yanında kalem ucunun, daktilonun yanında Zeki Müren plağının satıldığı günleri çok iyi hatırlıyordu elbette.
Dükkân raflarındaki 45’lik ve longplay’lerin sayısı arttıkça, dükkânın dış duvarlarını yabancı kalem reklamları kadar, plak ilanları da doldurmaya başladı. Bir ara duvarı süsleyen plak fiyat tarifesine göre Türkçe plaklar 10 liraydı o zaman. Müşterilerin yoğun olduğu saatlerde, kendisinin de çok sevdiği Werner Miller’in ‘Gipsy’ plağını çalardı İbrahim Bey. Oğluna, “Müşteri ağır şeyler sevmez, eğer ayağıyla tempo tutacağı bir müzik çalarsan, daha iyi alışveriş yapar” demişti.
1997 yılında, 80 küsur yaşında ölene kadar dükkânla yakından ilgilenmeye devam etti ancak ‘iplerin’ oğlu Hakan’ın eline geçmeye başlaması 1980’lerde olacaktı.
Hakan Atala, babasının itirazlarına rağmen önce dükkândan kırtasiyeyi kaldırdı.
DİNLEMEDİĞİNİ SATMADI
Bir müşteriye plak satarken, diğerine zarf, kalem ucu vermek hoşuna gitmediği gibi, yaptığı işte yoğunlaşmayı seviyordu çünkü. 1990’ların başında ise “Babamı bir hafta evde oyalayın, dükkâna getirmeyin” diyerek dekorasyonu yeniledi. Eski cam tezgâhı, karmakarışık vitrini kaldırdı, içlerine CD’leri özenle yerleştireceği küçük çekmecelerle dükkânı ‘butik bir mağaza’ya çevirdi. Dükkânın dekorasyonuyla birlikte içeriği de o günlerde değişti. Artık spesifik, ‘daha çok kendisinin dinlediği’ müzikleri satmaya başladı Hakan Atala. Daha doğrusu, biraz faşizan gibi görünse de kendi dinlemediği müzikleri satmamaya başladı. Böyle de bir lüksü oldu yani... Portföyünde ne yerli, ne yabancı pop vardı artık; caz ve klasik, ürünlerin yüzde 90’ını oluşturmaya başladı. İran’dan Güney Amerika’ya dünya müziklerinin yanına klasik Türk müziği ve halk müziğinin seçkin eserlerini koymayı ihmal etmedi. Ama Lale Plak’ı özellikli yapan, sadece zamanla yerli yabancı turist guide’larına girecek koleksiyonu değildi, aynı zamanda bir tür ‘müzik danışmanlığı’ yapmaya başladı Hakan Atala. Müşterileri arasına ‘Ben caz dinlemeye başlamak istiyorum, nereden başlayacağım?’ diye soran insanlar girdi. Referansla gelenlerin sayısı giderek arttı. ‘Yeni bir şey var mı?’, ‘Bana göre ne var?’ diyenler çoğaldı. İstanbul festivallerine konuk olarak gelen yabancı sanatçıların, mutlaka bir kez uğradığı bir durak oldu Lale Plak. Galip Dede’ye enstrüman bakmaya gelen müzisyenler, orada soluklanıp birkaç şey dinleyip sohbet etmeden ayrılamadılar.
★ ★ ★
HAYATIMIZIN içinde yer alan Lale Plak’ın yokluğunu hissedeceğiz. Çünkü oraya uğramak istediğimizde bilirdik ki Hakan Atala, saat 09.00’da işinin başındadır, 19.30’a kadar da ayrılmaz.
Dilerim yeni bir mekânda buluşuruz.
............................
Hakan Atala ile yıllar önce yaptığım konuşmalardan, yazılarımdan, şimdiki açıklamalarından yararlanarak yazdım.
Paylaş