GEÇEN cuma günü jüri üyesi olarak Aydın Doğan Vakfı Türk Halk Müziği Seçiciler Kurulu'nda bulundum.
Halk müziğinin seçkin adları arasında hem eğlendim hem öğrendim.
Aydın Doğan Vakfı Ödülü'nde her yıl yeni konuyu saptamak için toplantı yapılır, itiraf edeyim ki ben her zaman edebiyat türlerinden birini savunurum, bu yıl da öyle yaptım.
Ancak Ertuğrul Özkök, uzun bir konuşma yaptı, bizi ikna etti ve sonunda onun önerisiyle, bu yılın konusu olarak Türk Halk Müziği seçildi. Edebiyatı yarışmaya koyabilmek için, en emin yolun onu konuşturmamak gerektiğini iki yıl sonra öğrendim. Çünkü geçen yıl da, dünyadan ve Türkiye'den örnekler vererek, bizi oyuna (!) getirmiş, Arkeoloji'yi kabul ettirmişti.
Bakın seçiciler kurulu kimlerden oluşuyordu?
Can Etili, Muzaffer Akgün, Melih Duygulu, Zafer Gündoğdu, Doğan Hızlan, Mehmet Özbek, Arif Sağ, Hasan Saltık, Süleyman Şenel.
Birçok jüride bulundum, bulunmaktayım.
Bazılarında çok sıkılırım. Hele üyelerin bir bölümü, ciddiyetle kasılmayı karıştırınca, kendimi ağır ceza mahkeme heyetinin bir üyesi gibi hissederim.
Ödüllendirecek miyiz, cezalandıracak mıyız, diye şüpheye düşerim. Bir edebiyatçıdan, bir sanatçıdan mı söz ediyoruz, yoksa bir sanıktan mı?
* * *
TÜRK HALK MÜZİĞİ seçiciler kurulunda bu alanın ustaları, uzmanları, sanki çalışmalarında bir lonca geleneğini yansıtıyorlardı.
Ustalarından saygıyla, sevgiyle söz ediyorlardı. Hepsi de adlar oylandığında, coşkuyla konuşuyorlardı.
Kıskandıkları, adı anıldığında olumsuz eleştirilere hedef olan tek bir adı anımsamıyorum.
Müzikçilerin, müzikle uğraşanların yüreklerinin temizliğini bir kez daha bu jüride yaşadım.
Anılar dile geldiğinde, gene yüceltme sözcükleri sıralanıyordu ağızlarında.
Mehmet Özbek ile Arif Sağ'ın anlattıkları Gülebi (Güllabi) anekdotları hepimizi güldürdü.
Gülebi, Erzurumlu, yoksul, ailesiz, bir gariban. Gülebi, bir gün uçağa binmiş, dostarından birinin yanındaki yolcu kalkınca, onun yanına gidip oturmuş, adam dönüp, buranın sahibi benim deyince, ‘‘Kusura bakma kardaş demiş, ben seni indi zannettim.’’
Bir gün de Gülebi'ye bir faytonu emanet etmişler, bir müşteri gelmiş, gitmek istediği yer de yokuş yukarı, adam da maşallah en az 100 okka çekiyor. Gülebi şöyle bir bakmış, ‘‘Atlara görünmeden arabaya bin de seni götüreyim’’ demiş.
Folklora meraklı olanlar Erzurumlu Meddah Behçet Mahir'i bilirler, en azından adını duymuşlardır.
Arif Sağ, bir gün onun evine gitmiş, karısı evde olmadığını söylemiş, ‘‘Nereye gitti’’ diye sorduklarında pek hoş bir yanıt vermiş:
‘‘Ne bileyim ben, gene birtakım adamlar geldi, onu konuşturacaklar, sonra da kitap yapıp porofesör olacaklar.’’
Halk bilgesinin insanı gülümseten gözlemi.
Meddah Behçet Mahir'in Bütün Hikáyeleri'nin (*) başına yazdığı Önsöz'de Saim Sakaoğlu, bilim dünyası ile Behçet Mahir'i tanıştıranın Mehmet Kaplan olduğunu, onu yardımcı hizmetler sınıfı'na kadrolu olarak aldığını belirtmekte.
* * *
ÖDÜLÜ Türk Halk Müziği'nde ustaların ustası Yücel Paşmakçı aldı, onu da unutmayalım .
*) Meddah Behçet Mahir'in Bütün Hikáyeleri, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Doç. Dr. Ali Berat Alptekin, Yurdanur Sakaoğlu, Yrd. Doç. Dr. Esma Şimşek, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, iki cilt.