Paylaş
Yaşadığımız birçok ayrıntıyı biz es geçerken, o edebi bir büyüteç altında başyapıtlar yarattı.
Her zaman belirtirim, iyi azarlar hakkındaki inceleme, eleştiri, deneme yazılarımdan sonra baktığımda hep bir eksiklik duygusu yaşarım.
Edebiyat, bir yazarın yaşadığı toplumun da güncesidir. Onu ustalıkla kaleme aldıysanız, eskimez, yüzyıllar boyu tanıklığını sürdürür.
Derin, bitmeyen konular söz konusu olduğunda birinci anılacak ad, Adalet Ağaoğlu’dur.
Kadın sorunundan geleneksel ilişkilerimize, tarihi algılayışımıza kadar konuları romana getirmiştir.
Onla ilgili birçok toplantıda, sempozyumda konuştum, her zaman da yeni bir keşfin zevkini yaşadım.
55. yazarlık yıldönümünde ben de vardım. Rahmetli eleştirmen arkadaşımız Füsun Akatlı, gecedeki konuşmasında, ilk eleştiri yazısının Ölmeye Yatmak üzerine olduğunu açıklamıştı.
O gecede rahmetli eşi Halim Ağaoğlu’nu da övdüm.
Adalet Ağaoğlu, kitaplarının ilk nüshasını Halim Ağaoğlu’na imzalarmış, o imza metinleri de sonradan kitaplaştı.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki fahri doktora töreninde Zeynep Uysal moderatörlüğü üstlenmiş, Nüket Esen, Ayfer Tunç ve ben konuşmuştuk.
Kitapları üzerine çok yazı çıktı, bu malzeme içinde benim şimdi yazıma aldığım ABD’deki Ohio Üniversitesi’ndeki konuşma, bir Türk yazarının kimliği üzerine yapılmış çok önemli bir konuşmadır:
“Toplumları doğru tanımanın, anlamanın yolu edebiyattan, özellikle romandan ve şiirden geçer.
Bir toplumun insanı, kendi özel tarihleri, iç dünyaları ile tanınmazsa olan ekonominin, politik ilişkilerin çarpıtılmış ışığıyla tanınmaz. Bunu her zaman böyle düşündüm. Romanın diriliğine bu bakımdan insan diriliği kadar önem verdim. Bu açıdan bakınca çağdaş Türk edebiyatının bir üyesine, roman, hikâye ve oyun yazarına bir üniversitenin değer biçmesi, Türkiye’yi ve insanı doğru anlama çabası gibi görünüyor.”
İyi bir edebiyat eseri, her zaman hayatın içinde kendini belli eder. O eserler toplumun değişmeyen katmanlarını yansıtmıştır.
‘Bir Düğün Gecesi’ romanını okuduktan kısa bir süre sonra, sanki romanın kahramanları canlanıp nikâh masasına oturdular. Türkiye’deki bürokrasinin dahil edildiği, kaypak ve kaygan sınıflaşma olgusu ancak bu kadar ustaca anlatılabilirdi.
T.S. Eliot’ın altın kuralı ‘nesnel karşılık’ Ağaoğlu’nun her eseri için geçerlidir.
Roman bir araştırma işidir, içinde tarih, siyaset, toplumbilim vardır, Adalet Ağaoğlu’nun başarı gerekçelerinden biri de budur.
Bazı kitaplar var ki, adları yazarların birçok kitabının önüne geçerler, onun için iki kitap adını verebilirim: ‘Ölmeye Yatmak’ ve ‘Bir Düğün Gecesi’.
Oysa her romanı, bir sorunumuza eşlik eder, Romantik Bir Viyana Yazı’nı okumadıysanız, resmi tarih konusunda iyi bir romanı es geçmişsinizdir.
Edebiyat dünyasında başka yazarlar için de çaba göstermiştir. Köy Enstitülü rahmetli Dursun Akçam’ın Ardahan’daki kültür merkezini ziyaretini bugün oğlu Dr. Alper Akçam’dan okudum.
İleriki çalışmalarda, onun öyküleri, oyunları üzerinde durulmalıdır. Kadına şiddet sorununun gündemden düşmediği bir ortamda ‘Evcilik Oyunu’ mutlaka sahneye konulmalıdır.
‘Sessizliğin İlk Sesi’ onun duyarlı tarafını yansıtan çalışmasıdır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yazarlarımızı yurtdışında tanıtmak için kurdukları bir TEDA projesi vardı. Yurtdışında basılacak kitaplar için ekonomik katkıda bulunuyordu.
Onun gibi bir yazarın yurtdışında kitaplarının yayınlanması için girişimlerde bulunmalıyız.
Editions–Turquoise yöneticisi Erhan Turgut’tan Ağaoğlu’nun ‘Ölmeye Yatmak’ının Fransızcaya çevrilmesiyle ilgili bir e-posta aldım.
Birkaç satır:
“2014’te ilk romanı olan ‘Ölmeye Yatak’ romanının Fransızca çevirisini yayımladık. ‘Se coucher pour mourir’, Fransızcaya çevrilen ilk romanıydı. Bir frankofil yazar olarak sevincini anlatamam. Yayınevi olarak romanın Fransızcada yayımlanması ve bir onur ödülü vermek için Paris’e davet ettik. Ne yazık ki sağlık koşulları nedeniyle kendisini ağırlayamadık.”
Kitabın arka kapak yazısı şöyleydi:
“Bu roman, 1938’de Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden 1968’e kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk otuz yıllık sürecinin, karmaşık, dinamik ve zekice bir portresini çiziyor ve ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nın çatışmalarıyla karşı karşıya geliyor.
Dönemin ve yukarıdan dayatılan bu modernliğin umutları, yanılsamaları ve çelişkileri bu eserde belirgin bir şekilde ortaya çıkar.”
*
ADALET AĞAOĞLU da artık kitaplarında ve anılarımızda yaşayacak.
Paylaş