STOCKHOLMDÜN Türkiye Büyükelçisi Necip Egüz ve eşi Şenay Egüz elçilikte, Türkiye’den gelen konuklar ve Orhan Pamuk onuruna bir öğle yemeği verdiler.
Türkiye’den gelenler, Orhan Pamuk’la sohbet ettiler, fotoğraf çektirdiler.
Sabah benim de katıldığım Grand Hotel’in lobisinde Orhan Pamuk’la konuştum.
Elinde üç daktilo sayfası program vardı, yoğun günler.
Hürriyet’in dünkü manşeti ve benim yazım üzerine İletişim Yayınları’ndan Nihat Tuna elçilik yemeğinde beni bilgilendirdi ve Stockholm’e gelecek olan edebiyatçıların adını verdi:
Jale Parla, Nüket Esen, Erol Köroğlu, Engin Kılıç.
Doğrusu sevindim. Ama isterdim ki Orhan Pamuk’un basın toplantılarında onlar da bulunabilsin.
Orhan Pamuk, buradaki gazete, radyo, televizyon söyleşilerinde bir hususu özellikle vurguluyor.
"Ben edebiyatçıyım, romanlarım ve edebiyat üzerine konuşurum."
Anlaşılan, Orhan Pamuk siyasi yazarlarla yollarını ayırıyor, edebiyatçılarla aynı yolda yürümeyi tasarlıyor.
Geçen gün yapılan basın toplantısından sonra bir Nobel yetkilisinin söylediği sözler durumu özetliyor.
"Sevindim, siyasi sorular sadece yüzde ondu, yüzde doksan edebiyattı!"
Nobel genel sekreteri ile Orhan Pamuk üzerine, Osman İkiz’in yaptığı röportajda ilgi çekici bir saptamayı yansıtmış.
"Orhan Pamuk’un temaları farklı olsa da, her şey bir kıskançlık ekseni çevresinde dönüyor.
Masumiyet Müzesi’nin de böyle olacağına kesinlikle inanıyorum."
* * *
ORHAN PAMUK dün saat 18.30’da Nobel konuşmasını yaptı ve şunları söyledi:
"Benim için yazar olmak, insanın içinde gizli ikinci kişiyi, o kişiyi yapan álemi sabırla yıllarca uğraşarak keşfetmesidir: Yazı deyince önce romanlar, şiirler, edebiyat geleneği değil, bir odaya kapanıp, masaya oturup, tek başına kendi içine dönen ve bu sayede kelimelerle bir yeni álem kuran insan gelir gözümün önüne.Bu adam, ya da bu kadın, daktilo kullanabilir, bilgisayarın kolaylıklarından yararlanabilir, ya da benim gibi otuz yıl boyunca dolmakalemle káğıt üzerine, elle yazabilir.Yazdıkça kahve, çay, sigara içebilir.Bazen masasından kalkıp pencereden dışarıya, sokakta oynayan çocuklara, talihliyse ağaçlara ve bir manzaraya, ya da karanlık bir duvara bakabilir. Şiir, oyun ya da benim gibi roman yazabilir. Bütün bu farklılıklar asıl faaliyetten, masaya oturup sabırla kendi içine dönmekten sonra gelir. Yazı yazmak, bu içe dönük bakışı kelimelere geçirmek, insanın kendisinin içinden geçerek yeni bir álemi sabırla, inatla ve mutlulukla araştırmasıdır. Ben boş sayfaya yavaş yavaş yeni kelimeler ekleyerek masamda oturdukça günler, aylar, yıllar geçtikçe, kendime yeni bir álem kurduğumu, kendi içimdeki bir başka insanı, tıpkı bir köprüyü ya da bir kubbeyi taş taş kuran biri gibi ortaya çıkardığımı hissederdim. Biz yazarların taşları kelimelerdir." (...)
* * *
TABİİ bu konuşmada söylediği diğer şeyler üzerine fikirlerimi ve yorumlarımı ileride de sürdüreceğim.