İsmail Köklükaya, alanlarında tanınmış üç kişiye, Cumhuriyetimize Dair sorular yöneltti, onların yanıtını aldı ve kitaplaştırdı.
Üç ad; İlber Ortaylı, Deniz Ülke Arıboğan ve Hilmi Yavuz.
Farklı uzmanlık dalları da olsa, üçünün verdiği yanıtlar zaman zaman birbirine teğet geçiyor veya bir düşünceyi çeşitlendiriyor.
Ben bu tür kitapları severim, soru-cevaplı çalışmada birçok kişi kitabı okurken, ben de bunu soracaktım, diyecektir.
Elbette üç yazarın görüşüyle de örtüşmeniz, mutabakat sağlamanız mümkün değil. Ancak, sizin de bu konuda düşündüklerinizi, karşıt görüşleri de harekete geçireceğinden verimli bir çalışma.
Konuşma başlıkları şöyle:
İlber Ortaylı: Atatürk’ü ve Cumhuriyeti Anlamak
Hilmi Yavuz: Türk Modernleşmesi
Deniz Ülke Arıboğan: 21’inci Yüzyıl Türkiyesi.
Köklükaya, Önsöz’de kitabın niteliğini tanıtıyor: "Ülkemizin bu üç değerli ismiyle Cumhuriyet tarihimizin farklı veçhelerinde dolaştık.
Değişik zaman ve mekánlarda, sohbet tarzındaki bu söyleşilerin muhtevası, düz bir metinde aktarılamayacak canlılık ve dirilikteydi."
Kitapta söyleşileriyle yer alanları şöyle tanıtıyor: İlber Ortaylı; "tarihimizin gür sesi..."
Hilmi Yavuz; " dil üstadı...", Deniz Ülke Arıboğan; "akademiyanın bağımsız, özgün portresi..."
Köklükaya, çalışmış, soruları iyi hazırlamış. Böylece yanıtlar da, bizi bilgilendiriyor, aydınlatıyor.
Konuşmaları okuduğunuzda, üçünün de kültürel, siyasal, bilimsel kimliklerini çıkarabiliyorsunuz.
Yazımın başlığını özellikle çapraz okuma koydum, çünkü yanıtların birbiri içinde geliştiğini de söyleyebiliriz. Konuşmacının bağımsız konuşmalar olarak düşündüğünü, ama ayrıca ortak demesek de birbiri içinde düşünülecek yanıtlar verdiğini söyleyebiliriz.
İlber Ortaylı, Atatürk’ü Anlamak’ta, Kurtuluş Savaşımızı, cumhuriyeti, tarihi gelişimi içinde bütüncül bir anlayışla veriyor.
Gerçekten bazı olaylardan, tarihi olgulardan soyutlayarak anlatılan bir Atatürkçülük, tarihin içine yerleşmiyor, olaylarla arasında daima bir açıklık kalıyor.
Ortaylı, Atatürk’ü çevresiyle birlikte, koşulların toplamında değerlendiriyor.
Saltanat’tan Cumhuriyete başlığı altındaki konuşmayı okuduğunuzda, geçiş döneminin bugüne yansıyan bir projeksiyonu olduğunu anlarsınız.
Hilmi Yavuz, cumhuriyete yalnız bir entelektüel olarak değil, geçmişindeki gazetecilik objektifinden de bakıyor.
Modernleşme kavramı ışığında Yavuz, ekonomik olanla siyasal olan arasında mukayese yapıyor. Ekonomik dengeye olumlu baksa da, siyasal bağlamda eksik görüyor.
Yavuz’un özellikle İsmet Paşa ile ilgili olan görüşlerini okumanızı dilerim. Çünkü İsmet Paşa’yı iyi bilmeden, bence Atatürk’ü de, cumhuriyet rejimini de, çok partili hayata geçişi de anlamak mümkün değildir.
Yavuz, hiçbir anlatının hayatın bütününü kapsayıcı olamadığı görüşünü savunuyor. Böylece ideolojiler karşısındaki eleştirel tavrını da sergilemiş oluyor.
Deniz Ülke Arıboğan, dünden bugüne bir Türkiye perspektifini irdeliyor.
Sanırım İlber Ortaylı ve Hilmi Yavuz’da düne dair tahlilleri okudunuz, onların yararı Arıboğan’ın yarına ait düşüncelerini birikimle okumak.
Görmekle bakmayı nasıl ayırıyorsunuz sorusunu bakın nasıl yanıtlıyor: "Evet ’görmek’ başka şeydir. Bakmaktan görmeye geçişin en önemli boyutu, görünmeyen detayların analize dahil edilmesidir. Bu bence hayata ilişkin genel bir egzersiz."
Arıboğan, "Coğrafyamızın stratejik önemi" üzerinde duruyor.
Türkiye’nin bir rolü var. Peki bu rol değişiyor mu? Askeri gücün analizini yaparak, 21. yüzyılda rolümüzü değerlendiriyor.
Arıboğan’ın yanıtları içinde, en önemli bölümlerden biri, "Küreselleşme Çağında Devlet" başlığını taşıyor. Yerel sorunların hele Ortadoğu ile ilgili sorunların nasıl birer Türkiye sorununa dönüştüğünün saptamasını yapıyor. Arıboğan’ın bir yargısı, tartışmaların odağına götürüyor bizi: "Ben cumhuriyet ile imparatorluk vizyonunun birbiri ile çatışmadığı, çatışması için hiçbir sebep olmadığı kanaatindeyim."
Cumuhuriyetimize Dair, günlük sorunlara, bilim açısından, birikimli bir bakış edinmemizi sağlıyor.
Güncel bir kitap.
ATATÜRK TAMAMIYLA YALNIZ BAŞINADIR
Atatürk, Leon Caetani’nin İslam Tarihi adlı eserini okurken, "Tarih ilerisini görmeyenler için acımasızdır" sözünün altını mavi kalemle çiziyor. İki defa çarpı işareti koyuyor. Atatürk’ün tarih bilinci nereden geliyor?
Atatürk’ün tarih şuurunu o sözden daha fazla yansıtan bir sözü daha vardır. Tam bir pozitivist tarih anlayışı var. "Tarih yazmak, yapmak kadar mühimdir," diyor. Yazan yapana sadık kalmaz ise değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak mahiyet alır. Yani iyi değerlendireceksin yapanı. Çünkü onu yapmanın da yazmanın da kuralları vardır. Bunu görüp iyi tarif etmezsen geleceği anlayamazsın. Bu önemlidir ve Atatürk’ün Caetani’yi niçin beğendiğini gösterir.
Dediğim gibi bu şuurdaki genç yaşlı generaller ancak Türk imparatorluğunda çıkabilirlerdi. Tamamıyla, hızla değişen dünyanın şartlarına uymayan bir eski sınıfı tasfiye edip yerlerine gelmişler. Bu yerine gelenlerin içinde o durumu kaldıramayan, yönetemeyenler var. Daha isabetli olarak götürebilenler var. Atatürk bunlardan ve bunların başında. Bir başka yerde olsaydı 30 yaşında insanın o büyük mevkilere çıkabilmesi zaten mümkün değildir. Bir noktada böyle durmayı, ölçmeyi, hesaplamayı bilen ve yeri gelince, çözüm olmayınca ortaya çıkan kişi Atatürk’tür. Kendisiyle aynı zamanda Enver Paşa var, ama o olamadı. Kendisiyle yola çıkan Kazım Paşa ve Ali Fuat Paşa var. Fakat ondan sonra yaptıklarını hemen hemen hiçbir arkadaşı anlamamıştır. Tamamıyla yalnız başınadır Atatürk.
MİLLİ ŞEF, İKİNCİ ADAM İNÖNÜ
Benim ailem, CHP taraftarı ve İsmet Paşa hayranı idiler. Evimizde Atatürk’ten ve İsmet Paşa’dan daima büyük saygı ve övgü ile bahsedilirdi. Ben ilkokula başladığım yıllarda İsmet Paşa Cumhurbaşkanıydı. Kitaplarda İsmet Paşa’nın fotoğrafları vardı ve altında "Milli Şef İnönü" yazardı. Dolayısıyla, İsmet Paşa’nın benim gözümde çocukluğumun Cumhurbaşkanı, Kurtuluş Savaşı kahramanı ve Milli Şef olarak neredeyse mitolojik bir anlamı vardı.
Onunla meşhur Uşak Gezisi’nde karşılaşmıştık. Çok yorucuydu. Bayağı ciddi tehlikeler atlatıldı. Daha sonra İzmir’de birtakım olaylar yaşandı. Ben iki gün tıraş olamadım. Vakit bulamamıştım. İstanbul’a döneceğiz, İzmir’de uçak bekliyoruz. İsmet Paşa beni görünce. Eliyle işaret yaptı, yanına çağırdı, gittim. "Nasılsın, nasıl gidiyor?" diye sordu. "Teşekkür ederim Paşa Hazretleri, gayet iyi gidiyor her şey," diye yanıt verdim. Sonra elini yüzüme doğru uzattı ve yüzümü avucunun içiyle adeta şöyle bir taradı, "Sen tıraş olmamışsın" dedi. Ben de bunun üzerine "Paşa Hazretleri çok iyi biliyorsunuz ki üç gündür canımız çıktı. Bir sürü olaylar oldu, haberleri yetiştirmeye çalıştık. Bu arada tıraş olamadım" dedim. İsmet Paşa gayet sakin, biraz da gülümseyerek bana, "Ben 30 Ağustos sabahı, Büyük Taarruz sabahı tıraş olmuştum" dedi. Hayatımda bu kadar mahcup olduğumu hatırlamıyorum.
TÜRKİYE DÜNYANIN MERKEZİNDE
Ülkemizin üzerinde konumlandığı coğrafya, hem tehditlere, hem de fırsatlara çok yakın. Burası "Mediterrenean" yani yerkürenin tam orta noktası. Tarihin her döneminde de böyleydi. Biz yeryüzünün ezeli ve ebedi merkezindeyiz. Haritaya bakın, kolayca görürsünüz. Bunlar her dönem sert mücadelelerin arenası olmuş. Doğudan batıya, kuzeyden güneye geçiş güzergahı olarak kullanılmış. Hem siyasi, hem de ticari geçiş yollarının kesişme noktası bu coğrafya, şimdilerde de enerji taşıma yolları açısından önem kazanmış bulunuyor. Bu açıdan da topraklar üzerinde sert siyasi mücadelelerin devam etmesi kaçınılmaz. Lakin "fazla büyümemizin engellenmesi" söyleminin bir rasyonalitesi olduğunu düşünmüyorum. Zira bu zeminin özelliği, tarihin her döneminde büyük güçlerin çıkışına tanıklık etmiş olması. Burası büyüklerin yeni imparatorlukların coğrafyası. Ya büyük olursunuz, ya da hiç olmazsınız.
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Gaston Bachelard Uzamın Poetikası İthaki
Hüseyin Rahmi Gürpınar Şıpsevdi Everest
Ali Eşref Turan Türkiye’de Yerel Seçimler İstanbul Bilgi Üniversitesi
Lyumobir Milkov Bulgaristan’da Alevi Bektáşi Kültürü Kitap