Paylaş
Samuel Beckett'in ünlü oyunu Godot'yu Beklerken'i Türkiye'de seyretmiş olanlar hatırlayacaklardır. Oyunda; Godot diye biri beklenir; gelmemiş ve gelmeyecek olan bir kahraman. Dünyada ve bizde Godot üzerine yorumlar yapılmış, hatta Küçük Sahne'deki temsilleri bir süre yasaklanmıştı.
Dün Hürriyet'in sanat sayfasındaki haberi okumuşsunuzdur.
Alman bir anne oğluna Godot ismini vermek istemiş, mahkeme, çeşitli gerekçelerle bunu engellemiş ve sonunda anne davayı kazanarak çocuğuna Godot adını koymuş.
Bu haberde ne var diyeceksiniz, alt tarafı bir isim davası ...
İsimlerin siyasal tarihimizde, tartışma gündemindeki yerini düşünürseniz, karar bizim için yerel bir önem de taşıyor.
Mahkemenin tutumu, annenin bireysel seçimini savunmada gösterdiği ısrar, olayı çok boyutluluğa götürüyor.
Mahkeme, ismin konulmasını red gerekçesinde, bir ismin çocuğa gelecekte yükleyeceği sorunları hatırlatıyor:
‘‘Godot'yu Beklerken oyunu nedeniyle, ölüm, suçluluk, kurtuluş veya Tanrı ile özdeşleştirdiklerini ve çocuğa bu isim verilirse büyürken aşağılanacağı kanatindeyiz.''
Edebiyatın önemli kahramanlarından biri, ad koyarken yararlanılan bir esin kaynağıdır. Biz onun psiklojik çağrışımlarını düşünmeyiz.
Kahramanı, başka kişilerin değişik yorumlarla sevdiğini ya da nefret ettiğini aklımızdan geçirmeyiz.
Tarihteki ünlülerden ad beğenmek de benimseyebileceğim yöntemlerden değil.
O kahramanın adı, çocuğu ezebilir, o ağırlığı taşıyamayabilir.
Hele Godot gibi tartışmalı ve çok yorumlu bir isim, çocuğu psikolojik karmaşaya sürükleyebilir.
Bizde ismiyle müsemma diye bir deyim vardır, özellikle Zeki'ler için kullanılır.
Değişik geleneklerin, inançların doğrultusunda konulan adlar benim için özel bir anlam ihtiva etmez, kendisi ve ailesi için bir çağrışımdan öteye geçebilir mi?
Satılmış, Yaşar, Yeter gibi adlar bu kategoriye giriyor.
***
ERTUĞRUL Özkök, bu haberle ilgili yorumunu aktarırken, yazıya alacak kadar ilgi duyduğum bir anısından söz etti:
Bir gün Moskova Parkı'nda arkadaşıyla gezerken, banklardan birinin üzerinde bir buket ve yanında bir karton dikkatlerini çekmiş.
Kartonun üzerinde, Usta ile Margarita romanının kahramanının adına hitaben bir doğum günü kutlaması yazılıymış.
Çiçeği getirip banka bırakan, anlaşıldığına göre, Mikhail Bulgakov'un çok tanınmış romanı Usta ile Margarita'nın kahramanını çok seviyormuş. O romandaki kahramanlardan biri de bu parka gelirmiş. Sadık bir okurun bağlılığı, edebiyatın dayanılmaz gücü.
Ad koymanın sorumluğu var mıdır? Yoksa, keyfim ne isterse onu koyarım cümlesinin umursamazlığına mı sığnırsınız? Kendi zevkimizin tatminine bir ömrü kurban ederek.
Ad koymayı insanlar gerçekten önemserler. Zaman zaman dostlarım bana başvurur, ben de bu konuda yayınlanmış sözlükleri armağan ederim onlara.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ad, özellikle soyadı konusunda nüfus memurlarıyla ana-babalar arasında abes tartışmalar oldu.
Çünkü her şeyin cumhuriyete uygun olması isteniyordu ve her şeyin de bir siyasal uzantısının vehmi yaşanıyordu.
Güneydoğu'da yaşayanlar, bu ad tartışması yüzünden çok çektiler, adın getirdiği siyasal sıkıntı yüzünden dertlendiler, istedikleri adı koyamadılar çocuklarına.
Bir çok arkadaşım, yaşadığı siyasal mücadeleyi, mahpusluk günlerini ebediyen hatırlatırcasına, oğullarına Devrim, kızlarına Barş adını verdiler. Cumhuriyet kuşağının tercihli adı, Mustafa Kemal'di. Belki de Atatürk'ü aile içinde yaşatma çabasından kaynaklanıyordu.
***
BEN, Alman anneden yanayım, sevdiği bir kahramanın adını çocuğuna vermesi beni duygulandırdı.
Daha önemlisi, bir ad uğruna bir yıldan fazla bir hukuk mücadelesini sürdürmesi beni etkiledi.
Paylaş