Paylaş
Ben tiryakisi değilim, ama bir süredir alıcı gözle okumaya başladım.
Ne yazık ki lezzet alamadım!
Diyeceksiniz ki, ‘Nerede o eski ramazanlar, diye yazıya başlama, nostalji kelimesinden artık usandık’. Doğru, bu görüşe her zaman katılırım. Ben eski ramazanlardan söz etmeyeceğim, eski ramazan yazarlarından söz edeceğim. Bugünkü ramazan yazılarında, ciddi bir tat eksikliği var.
Belki şöyle bir itiraz da geçerli olabilir.
Onlar, büyük edebiyatçılar, eski ramazanları görmüşler, yaşamışlar, onun için yazdıklarını beğeniyorsun.
Hayır bu görüş yanlış. Çünkü iyi bir yazı her zaman görerek, yaşayarak yazılmaz. Tarihini, örneklerini okursunuz, onu yeniden yaratırsınız. Ayrıca bu tür yazıları okunur güzellikte yazacak birçok yazarımız var.
Dilerseniz, gelecek ramazanda böyle bir sayfa düşünürseniz, size ad verebilirim. Çünkü ramazan hakkında sadece dini bilgiler verilememeli, onun neşvesini de yazmalı. Başta İstanbul olmak üzere kimi şehirlerdeki günledik hayata yansıması da anlatılmalı...
Ramazan eğlencelerini, o zamanki yaşama biçimini yazmak, bizim eğlence tarihimiz konusunda belgesel nitelik taşır.
Sayfalardaki dini bilgiler konusunda fikir beyan edecek, görüş ileri sürecek cahil cesareti yok bende.
Benim amacım, bu yazılarda edebiyatın eksikliğini dile getirmek, bu yüzden de insanı okumaktan uzak tutan yavanlığı izah etmeye çabalamak.
Gazetelerin edebiyatı ve edebiyatçıyı hiç olmazsa, ramazan ayında hatırlaması, sayfalarını başarılı kılabilir.
* * *
NEDEN böyle bir yazıya gerek duydum? Sizlere iyi kitapları tavsiye edebilmek, hiç olmazsa ramazanın son günlerinde lezzet açığınızı kapatabilmek için.
Günlerdir, Abdullah Uçman’ın hazırladığı Cenap Şahabettin’in ‘İstanbul’da Bir Ramazan’* kitabını okuyorum.
Uçman’ın yargılarına yürekten katılıyorum.
Bakın ne yazmış? “... bu yazıların hemen her satırında, Cenap Şahabettin’in, diğer yazılarında olduğu gibi, zekâsının bütün kıvraklığını ve ironisini görmek mümkündür. Bu yazılar sadece ramazanın içine hapsedilmiş bir toplam değildir. Toplumsal, bireysel olaylar, saptamalar da bu eksen çevresinde -genellikle- yazılmıştır.”
İroni benim hemen hemen her yazarda aradığım özelliktir. Çünkü ironi zekânın hasadıdır. Yazılar, 1920 yılın ramazanında, yani şehrin işgal altında bulunduğu dönemde yayınlanmış.
“Zamânenin Kibar İftarı” yazısı, toplumumuzda bazı değişmeyen gariplikleri anlatıyor. Bugün kimi beş yıldızlı otellerdeki gösterişe dayalı iftarlar, daha o zamandan başlamış. Zengin evindeki iftarı bakın nasıl eleştiriyor Cenap Şahabettin: “Zamânenin kibar iftarı cidden güzel bir ihtifal... Mâmâfih diyenler var ki, böyle kibar cemiyetler bulunmasa İngiliz ve Fransız işgal ordularına karşı çok küçük düşecekmişiz...”
Bugün beş yıldızlı otellerdeki iftar için böyle bir yazıyı anımsıyor musunuz? ‘Aman sen de’ diye itiraza başlayabilirsiniz, ‘Örnek olarak büyük bir edebiyatçıyı gösteriyorsun’ diyebilirsiniz.
Ne yapmalıydım, yazılanlara tahammül mü etmeliydim?
“Harp Zengini”ni okurken, onun yerine bugünün bazı zenginlerini de koydum: “Harp zenginini tanımaktan daha kolay bir şey yoktur. Ağızları kumbara deliğine benzer, içerisine çil kuruş veya fındık altın atacağın gelir.”
“Yemek ve Mûsiki” yazısını okuduğumda, o zaman çalınan eserleri ve bugün çalınan eserleri düşündüm, Cenap Şahabettin’in görüşünün bugün uygulanmamasının daha doğru olacağına karar verdim.
* * *
KİTABI “Ramazan Felsefesi” ve “Bayram Felsefesi” yazılarını okuyarak bitirin. Edebiyatın, zekânın etkileyiciliğini yaşayın.
Ben bu yazıyı okurlar kadar yazarlar için yazdım.
(*) İstanbul’da Bir Ramazan, Cenap Şahabettin, Hazırlayan: Abdullah Uçman, Dergâh Yayınları.
Okurlarıma NOT: 09 Ağustos 2012 tarihli “Beyazıt’ın simgesi kitaptır” başlıklı yazımda, 31. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’nın kapanış tarihini 19 Ağustos olarak belirtmiştim. Elimdeki broşürdeki hatadan kaynaklanan yanlışı düzeltiyorum.
Fuar 14 Ağustos 2012 tarihinde sona erecek.
Paylaş