BİR göçün öyküsü diye mi başlasam yazıya, yoksa çoğul kullanıp göçlerin mi desem...
Tahminimde yanılabilirim, ama galiba en çok semt ve mekân değiştiren sektörlerden biri basın. Her müessesenin kendi içindeki değişiklikler, personelin bir kurumdan diğerine geçmesi küçük ölçekli hareketler olarak adlandırılabilir. Ama kurumlar da sürekli bir yerden bir başka yere geçmiştir... Taşınmak, tebdil-i mekân yapmak, yeni bir yerde yaşamaya başlamak, tüm o yorucu işlerin zahmetine, meşakkatine rağmen bana güzel gelir. Yunus Emre ne demişti? “Her dem yeni doğarız Bizden kim usanası” Gazete, yayınevi dünyasına girmeden önce, Şeref Efendi Sokağı’ndaki Ali Avni Öneş ile kardeşi Hasan Basri Öneş’in dağıtım bürosuna gider, indirimli dergi, kitap alırdık. Bir tür 1950 Kuşağı’nın buluşma yeriydi. Edebiyat söyleşileri yapılır, yeni tanışmalar gerçekleşirdi. 1954’ten beri yazıyorum, bir tabiat özelliğimden daha önce de söz ettim, semtler beni pek ilgilendirmez. Kapalı odalarda yaşamayı sevdiğimden, dış dünyaya kendimi kapatabilirim. Çalıştığım odamda kitaplar ve müzik olsun, gerisini ayrıntı sayarım. Yayınevlerine gidip geldiğimizden, dergi yönetim yerlerini ziyaret ettiğimizden, o bölgede, şimdiki deyişiyle her sokakta izimiz vardır. Nuruosmaniye Caddesi’ne Beyazıt’tan yürüyüp gelir, Cemal Süreya’nın Papirüs’üne uğrardık. Babıâli’nin bütün sokaklarını tanıdım. İlk olarak Cumhuriyet’e geldim, Türkocağı Caddesi’ndeki bir konağa. Eski İttihat Terakki Genel Merkezi’ne. Tavan resimlerinin bulunduğu, herkesin herkesi tanıdığı bir bir hava, düzen. Pazar günleri, gazeteden çıkıp yan sokaktan Sirkeci’ye yürürken, tatil İstanbul’unun tadını çıkarırdım. Bir yandan da o caddede rahmetli Ercan Arıklı ile İsmail Cem’in çıkardıkları haftalık ABC gazetesinde, edebiyat ve kitap sayfası hazırlardım. Haftada bir gün oraya uğrardım. Belleğim beni yanıltmıyorsa, gazetenin çıktığı bina; Süreyya (Paşa) İlmen Apartmanı’ydı. Daha sonra yeni bir sokak tanıdım, Altın Kitaplar Yayınevi’nin bulunduğu, İstanbul Erkek Lisesi’nin müdürlerinden Celâl Ferdi Gökçay Sokağı’nı... Türk edebiyatının önemli adları, iyi çevirmenler yayınevine gelirdi. Yeni Edebiyat’ı da orada yayımladım. O sokakta, kitapçılarla tekstilciler bir aradaydı. * * * HÜRRİYET’e Yeni Gazete ile girdim. Hürriyet öyküsünü yarınki yazımda anlatacağım. Böylece Molla Fenari Sokağı’nda da dolaşmaya, oraya gidip gelmeye başladım. Eski Vatan gazetesinin binasıydı, sonra yıkılıp Hürriyet Ofset oldu. Küçük bir bahçe, bir de havuz vardı. Edebiyat sayfasını yönetiyordum, genel adıyla sanat sayfası. Nice ilkleri yaşadım orada. Füruzan’ın Parasız Yatılı öyküsünü, o sayfada yayımladım. Türkiye’nin ilk ofset gazetesi yürümedi. New York Herald Tribune’un sayfa düzenine benzerdi. Molla Fenari’de epeyce yaşadım. Hatta bir anımı nakledeyim. Belediye yol tabelalarını değiştirmişti, Molla Fenari yerine, “Molla Feneri” tabelasını asmışlardı, bu hatayı yazdım, dönemin bir belediye yetkilisi geldi, bunu yapan arkadaşların üzüntüsünü iletti bana, çünkü bunca çalıştık takdir edilmedik, demişler. O sokakta, Hürriyet bir başka gazetede yayımladı, adı Gazete idi, tutmadı, daha sonra gene o sokakta Hürgün çıkmaya başladı, o da uzun ömürlü olmadı. İşte bir sokağın çağrıştırdıkları. Türkiye’de ilk ofset rotatifi de o sokaktaki binada kuruldu. Bir süre ben de o sokaktaki binada çalıştım. Cağaloğlu Yokuşu’nda ayrıca Varlık Dergisi ve Yayınları’nın idarehanesine uğrardık. Bir üstteki Narlı Bahçe Sokağı’nda ise Dünya gazetesinde de bir süre Hürriyet Gösteri yönetim yeri bulunuyordu. İşinizden çıkınca, zaman zaman bir sitede yaşadığınız duygusuna kapılırdınız, herkes tanıdıktı, herkes birbirine âşinaydı. Yalnız akşamüstü iş çıkışlarında değil, gezmelerde, öğle yemeklerinde de buluşulurdu. * * * YARIN Hürriyet Dünyası’na geliş öyküsünü yazacağım.