Paylaş
Arzumu gerçekleştirme planı yaparken -planlı avarelik olur mu- elim M. Kayahan Özgül’ün Seke Seke Ben Geldim kitabına uzandı.
Sekmeye Başlarken’i okumaya başladım, avarelik düşüncem kafamdan da gönlümden de silinmeye başladı.
Özgül’ün verdiği örneği özetlersem benim gibi, çalışmaya alışanların durumunu daha iyi anlarsınız.
İşte girişten bir bölüm:
“İtalyan rönesansının büyük ismi Petrarc, sürekli çalışırmış. O kadar ki, ne zaman çalışmaya ara verecek olsa hastalanırmış.”
Dostu Cavaillon Piskoposu, onun dinlenmesini sağlamak için, çalışma odasını kilitlemiş, anahtarını da cebine koymuş.
Ne görsün? Petrarc canlanacağına, dinlenmenin yararını hissedeceğine, hastalanmış, yatağa düşmüş.
Dostu bu durum karşısında, anahtarı Petrarc’a geri vermiş, çalışma masasının başına geçer geçmez Petrarc iyileşmiş.
Özgül de, belirttiğine göre çalışmazsa yatağa düşeceklerden biri. İtiraf ediyor: “Kadîm Lâtin’in, “Nulla dies sine liena” (satır yazmadan gün geçmesin) ilkesini emir telâkki ederek uzun yıllardan beri sebatla uyuyorum.”
Evin içinde dolanıp dururken, hemen masamın başına geçtim.
¡ ¡ ¡
BİR yılbaşı günü yataktan geç kalkmak için zorladım kendimi. Biraz televizyon seyrettim, biraz gazete okudum. Ailemle şuradan buradan sohbet ettim. Biraz sonra içim geçti, gözlerim karardı, yatağa uzandım, kendime gelmek için hemen, ayıltma özelliği sır gibi saklanan 4711 No’lu kolonyamı sürdüm, bir süre sonra kendime geldim.
Sevgili dostum rahmetli Dr. Turhan Bozkurt’a telefon ettim. Avareliğimi ve kısa baygınlık halimi anlattım, verdiği yanıt şaşırtıcıydı:
“Günlük yaşamını değiştirdin, vücudunun dengesini bozdun, bu yüzden gözün karardı.”
İşte o günden beri tempomu değiştirmiyorum, ne de olsa bir doktor tavsiyesi.
Alberto Manguel’i hep yazı masası başında gören dostu ne demişti?
“Yaz Allah’ın cezası yaz!”
Çehov’un genç yazara öğüdü de bizi çalışmaya, yazmaya çağırıyor:
“Her gün mutlaka yaz! Yazacak bir şeyin olmasa da, yazacak bir şey olmadığını yaz, ama yaz.”
Sait Faik Abasıyanık’ı nasıl unutabilirim/unutabiliriz?
Yazmamaya kararlıyken, aklına bir konu gelince, bakkala girer, bir kâğıt, bir kurşunkalem alır, çakısıyla kalemi yontar, yazmaya başlar. Çünkü meşhur sözünde de “Yazmasaydım çıldıracaktım!” der.
Kemal Tahir bana anlatmıştı. Bir gün doktora gidiyor. Doktor, bundan sonra nasıl yaşaması konusunda, içinde yürüyüşe, spora yer veren bir liste hazırlıyor ve büyük ustaya veriyor.
Ayağa kalkıp odadan çıkarken, doktor “Kemal ağabey, kâğıdı verir misin?” diyor, elinden aldığı gibi yırtıp çöp sepetine atıyor.
Dönüp yırtma gerekçesini açıklıyor. “Ben, on reçete yazdığım halde masanın başından kalkamıyorum, sen binlerce sayfa roman yazıyorsun, nasıl bunları yapacaksın ki!”
Hep masada mı oturuyorsun sorusu bana bu anekdotu anımsatır.
Bütün bunlar kendimi aldatmaktan vazgeçmemi öğütlüyor, avarelik, başıboşluk benim harcım değil. Gerek yurtiçi gerek yurtdışı gezilere gittiğimde, hep aynı coşkuyu yaşar, gerekçeyi zihnimde tekrarlarım.
Ben gezmeye değil, yazmaya geldim.
¡ ¡ ¡
KİTAPLAR böyledir, sizi avarelikten kurtarır, masanızın başına çeker.
M. Kayahan Özgül, Seke Seke Ben Geldim I-II, Hece Yayınları.
Paylaş