Günümüz romanının belli sınırları yok, tıpkı belli kurallarının olmaması gibi. İlle de sınıflamaya zorlarsınız kendinizi, bu kez de romanın özelliğini yok edersiniz.
Mine G. Kırıkkanat’ın Destina romanını okurken, kitaptan çok roman üzerine düşündüm.
Bir okur, kitabın türünü şöyle tanımlamış: Fütürist Siyasi Polisiye.
Her romanın bir zaman ıskalası var mıdır? Destina’da bu da yok, zamanla zamansızlık iç içe. Dün-yarın, bugün bir arada; ama asıl gidip gelmeler dünle yarın arasında. Hiç kuşkusuz, bugün kendini satırların arasında hissettiriyor.
Kırıkkanat’ın bir siyasal görüşü de var, imparatorluklara, sultanlara dair belgesel gözlemleri de romanda yer alıyor.
Bir taraftan Doğu Roma İmparatorluğu’ndaki kahramanlarla hemhal oluyorsunuz, diğer taraftan da Kanuni Sultan Süleyman’ın sarayındaki düzeni okuyorsunuz.
Yazar, değişik dönemlerin hükümdarlarının, farklı isimlerinin, aynı kaderi paylaşmalarını hareket noktası almış... Ortak nokta burada geçerli hükmetme biçimi, bunu sağlamak için karar verilen ölümler, öldürmeler.
Küresel dediğimiz anlayış, burada simgeleniyor belki de. İki yöneticinin de, iktidarı muhafaza edebilmek için, kendi tahtlarını koruyabilmek için, aradaki engellerin -bu engel kardeş veya oğul da olsa- nasıl yok edildiklerini gösteriyor. Birisi Büyük Konstantin’in hayatında, diğeri Kanuni Sultan Süleyman’ın hayatında, ama aynı topraklarda bulunan aynı taht üzerinde.
Romanın geniş zaman deyiminden söz ederken, bugüne keskin saplamalar yaptığını anımsatmalıyız. Çünkü o siyasal düzenin her yerde ve her zamanda aynı özellikler taşıdığını ispatlıyor, edebi belgesel anlamda.
Sarayda, sultanı, imparatoru kararlarında en çok etkileyen kimdir?
Kendi tarihimizden çok örnek verebiliriz. Elbette kadınlar.
Konstantin de buna direnemedi, Sultan Süleyman da.
Nasıl bir gelecek? Yazdıklarından böyle tutarlı bir sonuç, ileriye dönük bir görüş çıkarmak mümkün mü? Sanmıyorum. Çünkü karmaşayı anlatabilmek için, karmaşayı yazmak gerekir. Bunu düzene koyarsanız, gerçekliği yok olur.
Romanın başındaki bir söze okurun dikkat etmesi gerekiyor: "Bu romanda yazılı her şey doğru, hiçbir şey gerçek değildir..."
Roman şöyle bitiyor:
"...Ama gerçek, er geç doğrulanır."
MGK notuyla roman sonlanıyor.
Gelecek kuşaklara güveni, genç kuşağın önceki kuşağı yetiştirme özelliğini vurgulayan bu bölüm, romana bir yaklaşım açısı da kazandırıyor: "Bu roman, doğduğu gün yaşamımı, büyüdükçe dünya görüşümü değiştiren, babası Kozan’ın izinden giderek bana gerçeklerin çoğu kez hayallerimizi aştığını kanıtlayan ve aklımın pencerelerini inatla, ısrarla bilimsel merakın harikulade maceralarına açan, ufkumu genişleten, kendisine onu anlayacak bir anne yetiştiren gökçe oğul, Gökçe’ye teşekkürümdür."
Çok bildiğimiz, yaşadığımız bazı kavramlar, kaybolup gitti mi? İnsanlığın tarihinden silindi mi?
Evet yanıtını kimse veremez.
Mine G. Kırıkkanat’ın Destina’sını okuduktan sonra asla evet diyemezsiniz.
Yazar; Soğuk Savaş’ın geçmişteki gibi siyasal çatışmalardan doğmayacağı kanısında. Kitapta dile getirmeye çalıştığı açıkça şu; Batı toplumu için İslám "tehlikesi" ortadan kalktıktan sonra, kendi mezhepleri arasında çatışmalar yaşayacaklar. Zira bilimsel gelişmelerin hızlanmasıyla aynı oranda dinsel bağnazlıklar da artmaktadır ortaçağdan beri. Belki biraz kimlik değiştirecek ama Soğuk Savaş devam edecek.
Fanatizmin, dünkü siyasal karşıtlığın yerini alacağı iddiasını ortaya atıyor.
Son yıllardaki savaşları, kıyımları düşünürsek bunda gerçeklik payı olduğunu söyleyebilirim. Hatta yıllar değil birkaç ay geriye gittiğimizde, bütün dünyaya ültimatom veren ülkeleri hatırlamamız bile yeterli olacak.
Romanın çağrıştırdığı şiirler vardır. Bu da türlerin birbiri içinde varolmasıdır.
Öldürülen Şehzade Mustafa için, Taşlıcalı Yahya’nın beytini okuyalım:
"Meded meded bu cihánûn yıkıldı bir yanı
Ecel celálileri aldı Mustafa Hán’ı"
Divan şiirinden kendine özgü, bir isyanı dile getiren önemli bir şiir.
Yazının başında dile getirdiğim birçok türü içinde barındırma meselesini biraz açıklamak gerek. Mine G. Kırıkkanat’ın Destina romanında, polisiye, tarihi roman, bilimkurgu, komplo teorisi, gerilim ve daha pek çok roman türünün temel unsurları bir sarmal biçiminde ilerliyor. Şimdi romanlarda, birçok türün birbiri içinde yazıldığının örnekleri görülüyor. Hele bir düşünceyi, bir tezi savunuyorsanız, bu görüşünüz doğrultusunda bazı sonuçlar üzerine okuru düşünmeye çağırıyorsanız, o zaman bu yazış tekniği zorunlu bir hal alıyor.
Tarih içinde dünü, yarını ve bugünü tartışacağınız bir roman.
KİTAPTAN
Evlat katlinin laneti mi?
Gerçek şu ki, dünyaya aynı başkentten hükmeden iki imparator, 1.220 yıl arayla aynı cinayeti işlemiş ve mülklerini aynı kadere mahkûm etmişlerdir:
Konstantinus Augusto, Roma İmparatorluğu’nun zirvesindeki sonuncu büyük hükümdardır. İmparatorluk, onun ölümünden sonra güç kaybetmeye başlamış, Doğu ile Batı arasında bölünmüştür.
Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvesindeki sonuncu büyük padişahtır. İmparatorluk onun ölümünden sonra güç kaybetmeye başlamış ve duraklama dönemine girmiştir.
Tarihte pek çok hükümdar evlat katilidir, hatta evlat katli hükümranlık gereği sayılmıştır. Ancak Konstantin ile Kanuni’nin işledikleri ilk oğul cinayetlerindeki özgünlük, birbirinin devamı iki imparatorluğu aynı kadere mühürlemiş olmasıdır.
Aynı topraklarda
aynı yazgıda iki hükümdar
İmparatoriçe Fausta, iftira attığı üvey oğlu Krispus’un katliyle varisliğe yükselen kendi oğullarının Roma tahtına çıkışlarını ve II. Konstantius’un, kardeşleri, II. Konstantinus ve I. Konstans’ı öldürttüğünü göremedi.
Büyük Konstantin, evlat katili olduktan bir süre sonra Fausta’nın hadım hamamcılarına gizli bir emir verdi: İmparatoriçe hamama gittiğinde, daldığı havuzun suyu yavaş yavaş ısıtıldı ve her çıkmak istediğinde kafası bastırılarak havuzda tutulan Fausta, yavaş yavaş kaynatılarak öldürüldü.
Hürrem Sultan, üvey oğlu Şehzade Mustafa’nın katliyle varisliğe yükselen kendi oğullarından Cihangir’in, üvey ağabeyi Mustafa’dan birkaç ay sonra üzüntüsünden ölmesine tanık oldu. Ama II. Selim’in, öz kardeşi Bayezid’i öldürttüğünü ve padişah olarak tahta çıkışını göremedi. İftira attığı Şehzade Mustafa’nın katlinden beş yıl sonra eceliyle öldü.
Sözünü ettiğimiz tarih, erkek hükümdarların hükmünde erkekler tarafından yazılmış ve iki oğlu katleden iki baba, üvey ana entrikalarıyla mazur gösterilmeye çalışılmıştır.
Oysa Büyük Konstantin, güçte ve başarıda kendisini aşabilecek tek oğul Sezar Krispus’u, rakibini yok etmek hırsıyla öldürmüştür. Kanuni Sultan Süleyman da aynı nedenlerle Şehzade Mustafa’yı...
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Ali Budak Batılılaşma ve Türk Edebiyatı Bilge Kültür Sanat
Fausto Zonaro Abdülhamid’in Hükümdarlığında Yirmi Yıl YKY