Köksal, meslek yaşamında 50 yılı geride bırakmış bir hekim. Şimdi haftada üç gün, bir belediyede, para almadan, Hipokrat Yemini’ne uygun olarak; doktora gidemeyecek, sigortası olmayan, mali durumu elvermeyen hastalara ücretsiz olarak bakıyor. Mesleği boyunca tuttuğu notlardan, yorumlardan, anılardan, anekdotlardan oluşan üç kitap yayımladı: “Ah Şu Doktorlar...”, “Ak Gömleğin Dili Olsa...”, “Beyaz Yürek”. Meslek anılarındaki tehlikeleri, iyi bir anı okuru bilir. Bu tehlikelerden biri, yazarın kendini öne çıkararak, överek yaşamını, meslek anılarını yazmasıdır. Diğeri de kendi mesleğini yücelterek, dokunulmaz kılmasıdır. Köksal, bu iki tehlikeye asla düşmedi. Rahmetli Tarık Minkâri, kitaplarını okuduktan sonra şöyle demiş: “Ben doktorları hep övdüm, sen tarafsız yazmışsın, aksak yanları da belirtmişsin.”
MESLEKLERİNİ yazanlar, nesnel davranmalılar. Herkesin iyi olduğunu yazmak, inandırıcılığı kaybettirir. Dünyada, çeşitli meslek gruplarından isim yapmış kişilerin biyografik romanları karşımıza çıkar. Bizim ülkemizde de bilhassa basın dünyasında zamanın önemli isimleri; mesleklerini, bu meslekte yaşadıklarını, anılarını yazdılar. Ama ben edebiyat ve sanat dünyasındaki isimlerden söz etmek istiyorum daha çok. Çünkü onlar kamuoyu önünde değil, ne yaptıkları, nasıl yaşadıkları konusunda toplum bilgi sahibi değil. Bu konuda Oğuz Atay’ın hocası Ord. Prof. Dr. Mustafa İnan’ı yazdığı Bir Bilim Adamının Romanı kitabını türünün başarılı ürünü olarak sayarım. Atay’ın bunu başarıyla yazabilmesinde onu yakından tanımasının rolünü unutmayalım. Kendi alanında isim yapmış bir kişiyi roman kahramanı olarak anlatmak çok mu zor? Örneğin bu isimler içinde, anılarını yayınlayanlardan, onunla yapılmış nehir söyleşilerden bir biyografi romanı çıkabilir mi? Belki çıkabilir, ancak bunu gerçekleştirecek yazarın da yol ağzında, bir seçim yapması, cesur olması gerekiyor. Çünkü iyi, olumlu olduğu zaman destek bulur, ama çoğu zaman da gerçeklere değindi mi sağdan soldan çeşitli tepkiler yükselir, kösteklenir. Can Dündar, Sarı Zeybek’le övgüler topladı, Mustafa ile yerildi. İlk belgeselde doktorun getireceği sigara yasağını bertaraf etmek isteyen Atatürk’ün günde yüzlerce sigara içtiğini söylemesine, insanlar onun zekâsını ortaya koyan bir örnek olarak bakarken, ikinci filmde, insanlar Atatürk’ün bu kadar sigara içmediğini söylemeye başlamışlardı! Beşir Ayvazoğlu’nunYahya Kemal Beyatlı’nın yaşamını anlattığı BozgundaFetih Rüyası’nı da okurlarıma anımsatırım. Başarılı biyografik romanlardan birisidir. Ayşe Kulin’in de Füreya ile Türkân’ını birçok kişi okumuştur. Selim İleri son öykü kitabı Yağmur Akşamları’nda yer alan son öyküsü, Şark Garp, Ne Şark Ne Garp da Ahmet Hamdi Tanpınar için kaleme alınan ve aynı zamanda Mehmet Âkif Ersoy’a da değinen etkileyici biyografik metinlerden birisidir! Biyografi ile biyografik roman arasındaki fark nedir? Onun da esnek bir yorumu yapılabilir. Anıların, belgelerin dışında yazarın özgün değerlendirmeleri romanda yer alabilir mi? Kimi yerlere kurmaca unsurlar katabilir mi? Bazı okurlar, bu gerçek değil diye isyan ederler. Haklı bir isyan mı? Eğer belgeler yüzde yüz çarpıtılırsa, sanırım böyle bir hak doğar. Ben gene de, biyografilerden, nehir söyleşilerden bir roman çıkarılabileceği kanısındayım. Ne var ki, bizde birçok kimse anılarında saydam bir tavır yansıtmaz, yaşamını kendisi sansürler. İşte o zaman biyografi yazarı ne yapsın? Kendi çabasıyla bu gizlere, sansür edilen bilgilere ulaşırsa, kullanmasın mı? Ona kullanma diyemeyiz. Bundan yıllar önce “Biyografi yazarı aranıyor” demiştim. Şimdi biyografik roman yazarı bizde niye yok diye soruyorum...
ANILAR gerçeği yansıtmadıkça, nehir söyleşilerde, anlatan otosansürün baskısından kurtulmadıkça, bu malzemeden biyografi kitabı ya da biyografik roman çıkarmak zor. Tabii roman gerçekliğine sığınmaktan başka çare yok.