Bahanenin kitabı

BAZI yazıların okunma mekânı vardır.

Haberin Devamı

Daha doğrusu bazı yazılar bir yiyeceği, içeceği doğrudan ya da dolaylı çağrıştırır, insanın canı çeker. Haliyle o kitapları o yiyecek ve içeceğin mekânında, muhitinde okumak ihtiyacı doğar zaman zaman.
Kahveye dair bu yazıyı da kahve içerken okuyun, gözlerinizle damağınızın tadı birleşsin.
Okur okumaz gidip cezveyi ateşe sürün. Hiç olmadı, kahvesi meşhur bir kahveciye gidin. Zira şimdilerde Türk kahvesini otomatik yapan makineler çıktı, ağır ateşte cezvede kahve pişirmek unutuldu. Siz unutmayın!
Kahveyle ilgili sözler ne kadar çoktur, en bilinenleri analım önce.
“Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül ahbâp ister kahve bahane”
Kahvenin kokusunu çok severim? Evde değirmende çekilen (şimdi onun da elektriklisi var) Türk kahvesinin kokusu bütün eve yayılır, sıcacık çekilmiş kahve, cezvede ağır ağır pişirilir.
Gelen bir konuğa yöneltilen ilk soru şudur:
“Kahveniz nasıl olsun?”
Sade, az şekerli, şekerli yanıtı verilir.
Birçok yemekte perhizi, diyeti aklımıza getirmeyiz ama sıra kahveye gelince, sade diyerek bütün oburluklarımızın giderildiği kanısına varırız.
* * *
“Köşeyi tutan leylâk kokusu yakamı bırak gideyim” diye yazmıştı Oktay Rifat.
Ne zaman Eminönü Tahmis Sokağı’na girdiysem, metrelerce uzaktan kavrulan Türk kahvesinin kokusu sarar. Kurukahveci Mehmet Efendi’nin dükkânına gider, kavrulan kahvenin makineden çıkan sıcak paketini alır, sıcaklığını hissederdim.
Ondan güzel sütlü kahve de olurdu.
Bâbıâli’deyken, gazeteler oradayken her gün bu ritüeli yerine getirirdim.
Kahvenin her çeşidini severim. Her öğleyin mutlaka az şekerli bir Türk kahvesi içerim, akşam yemekten sonra da filtre kahve. Espresso’yu unuttuğumu sanmayın.
Her yazının bir tahrikçisi vardır.
Esinlendiğim kitap da Beşir Ayvazoğlu’nun yazdığı Kahveniz Nasıl Olsun?* kitabı.
Gerçekten de Türk Kahvesinin Kültür Tarihi’ne ihtiyacımız var. Çünkü bazı kafelere gidiyorum, Türk kahvesi olmadığını söylüyorlar. Doğrusu bu yanıtı aldığım anda kalkıp orayı terk ediyorum. Türkiye’de Türk kahvesi yok demek ayıptan öte bir saygısızlıktır.
Ayvazoğlu’nun kaleminden, Türk kahvesinin tarihini okurken edebiyatımıza yansıyışını, fetvalara konu olduğunu, yasaklarla nasıl mücadele edildiğini öğrenirsiniz. Bugün onlarca ritüelimizde yer bulmuş kahvenin, bu topraklara ilk geldiği yıllarda yaşadığı ‘yasak’ları okuyunca şaşıracaksınız! Örneğin Kanûnî Sultan Süleyman zamanında şeyhülislamın fetvasıyla kahve getiren gemilerin Karaköy’de yüküyle birlikte batırılmasına sebep olduğunu okuduğunuzda, bugün evlerimizde kolaylıkla pişirdiğimiz kahveye bir kere daha dua edeceksiniz.
Tahmin edeceğiniz gibi kitapta en çok ilgilendiğim bölüm, kahvenin Türk şiirine girişini anlatan bölümler.
Türk kahvesi tiryakilerine kahve beğendirmek zordur. Kimi köpüklü içer, kimi köpüksüz. Başka kahvelerin tiryakisi böyle değildir, kaynamış kahveyi hemen içiverir.
Kahveden sonra sıra kahvehanelere gelir, onu da gezerek, okuyarak öğrenirsiniz.
Kahveyle ilgili bazı şiirleri aldım yazıma.
Cahit Sıtkı; “Ya kahvesini içtiğim dost / Hepsinin hakkı yok mu bende” demiş şiirinde.
Nâzım Hikmet şiirinde kahve ve kahvenin etkisine gönderme yaparak, hasret duyduğu İstanbul’daki kahve kokusunu hapsetmiş mısralarına, “ve bir sac mangalın küllerinde / uyanır uykudan büyük İstanbul’um”.
Manilerde de karşımıza sıklıkla çıkar kahve:
Eriği dalda devşir
Kahveyi külde pişir
Her kahveyi içende
Beni aklına düşür

Haberin Devamı


(*) Beşir Ayvazoğlu, Kahveniz Nasıl Olsun?, Kapı Yayınları

Yazarın Tüm Yazıları