Paylaş
Bazı roman kahramanları, yazarın hayatından izdüşümleri satırlarda saklayabilir. Hatta yazar, kahramanına müdahale edebilir.
Oysa, deneme şeffaftır. Yazarın birçok yönünü açık eder.
Tuna Kiremitçi, genç kuşak yazarlarından biri. Romanlarında, kuşakdaşlarının dünyasını bulabilirsiniz.
Beni türler arası ilişkiler, her zaman çok ilgilendirmiştir.
Onun da romanlarıyla denemeleri arasındaki ilişkileri inceleyebilirsiniz.
Okul çağı, gençlik çağı, hatalar, sevgiler, tutkular, yalnızlıklar, sığınmalar, yıkılmalar, onarılmayacak izler...
Hepsi Kiremitçi’nin kitabında bütün insancıllığıyla yansıyor.
Genç kuşaktan biri, onları okurken kendi yaşamından öylesine izler bulacaktır ki, ben de yazsaydım böyle yazardım diyecektir.
Ailesiyle ilgisinden, sevgilisine, çocuğuna kadar bir dizi duygusallıkları mantıktan arındırıp bu denemeler aracıyla düşünecektir.
*
Kitabı yeni doğan çocuğuna adamış:
‘Güzel oğlum Can için...’ cümlesiyle başlıyor kitap. Belki de Kiremitçi’nin hayatındaki en büyük değişiklik. Baba olmak.
Genç bir babanın duygularını, kendi deneyimlerinin merceğinden övünerek değil, yapamadıklarını sıralayarak Oğluma Mektup’u yazmış.
Oradaki bir cümleyi çok sevdim:
‘İyi haberse şu; yavaş yavaş bu başarısızlıklarıyla uzlaşmaya başladı galiba.’
Çocuğuna söylenecek en güzel hayat dersi bu. Başarıların peşinde böbürlenmemek, başarısızlıklarla uzlaşmak.
Hiç kuşkusuz bir edebiyatçının böyle düşünmesi lehinedir her zaman.
Tuna Kiremitçi’nin denemelerini sevmemin nedeni, kişinin, kendinin, insanın zaaflarını sergilemesi. Başarısızlıkta ortaklık, acemilikte ortaklık, bir yazar ile okur arasındaki en kopmaz bağdır.
İlk sevişmeye bile hazırlıksız yakalanan birinin, okurlarına söyleyeceği çok şey vardır.
Onunla ortak bir saplantımız var.
‘Okulun ilk günü ön bahçede annem diz çöküp ayakkabılarımı son defa bağladığında, diğer çocuklar beni birbirlerine gösterip gülmüşlerdi.
O an anlamıştım; dünyada ayakkabısını annesine bağlatmayan çocukların da olduğunu.’
Ben de bağlayamazdım, Alberto Manguel de bağlayamazmış, o zaman yazar olacağını anlamış.
Yazarların ortak beceriksizliklerinden biri galiba, ayakkabılarını bağlayamamak.
*
Bazı Kızlar Yalnız Yaşar, doğrusu benim de gördüklerimi, rastlantılarımı, arkadaşlarımı anlatıyor. Birden kendimi cuma akşamı bir Cihangir şarküterisinde buldum, yalnız kızların hafta sonu arkadaşlıkları için hazırlıkları yapılır:
‘Kendilerine ait bir evleri olsun, orada kendi dünyaları nefes alıp versin isterler. Seçilmiş bir yalnızlıktır bu.’
Ama bırakırlar mı? İyilik ettiklerini sanarak onları sürekli rahatsız eden iyi niyetliler...
Bir tavsiyesi var, yaşamaya dair:
‘Ve sonunu merak etmeden yaşamak, aşkı da, kitapları da...’
Yazar alçakgönüllüğünü severim. Gerçi içinde bir megalomaniyi barındırsa da:
‘Zaten başta bahsettiğim ‘Niye yazıyorsunuz?’ sorusuna Samuel Beckett buna korkarım daha çok uyan bir cevap vermiş: Başka bir halta yaramadığım için.’
İzmirli Kızlardan Çektiğim, epey tatlı tartışmalara yol açmış bir yazı.
İzmir’i ve İzmirlileri severim deyip, yazıyı okumanızı salık vereceğim.
Bir Bavulu Hazırlarken’i de okuyun, dramatik bir anı.
Kendi kuşağını anlatan, yazıma başlık olarak aldığım bölümle bitiriyorum yazımı:
‘Hep B planları yaparak, riske girmeyerek, deliler gibi sevip de söylemeyerek yaşadık, yaşıyoruz.’
KİTAPTAN
OĞLUMA MEKTUP
Aslında onun yapamamış olduklarını listelersek, ehliyet meselesi alt sıralarda kalır. Rock yıldızı olmayı da başaramadı örneğin. Ayrıca sosyoloji okumak, Mevlevi dergáhına yazılmak ya da dünyayı dolaşmak gibi gerçekleştirememiş olduğu birçok parlak düşüncesi var.
İyi haberse şu: Yavaş yavaş bu başarısızlıklarıyla uzlaşmaya başladı galiba. Üstelik gençken yapacağına emin olduğu şeyleri yapamadan hayat ona aklından bile geçirmemiş olduğu bir armağan veriyor:
O da sen oluyorsun, hiç sağına soluna bakınma.
İçin rahat olsun: Seni kendi yapamadıklarıma zorlayacak değilim. Yani eline zorla oyuncak gitar tutuşturmak ya da geceleri kulağına Che Guevara türküleri söylemek gibi niyetlerim şimdilik yok. Daha sonra da olacağını sanmam. Yani günün birinde şu dünyada yalnızca akvaryum balıklarıyla ilgilendiğini söylersen saygı duyarım.
BİLMİYORUM
Can’ın uykudan şişmiş gözlerine bakıyor, soruyorum kendime: ‘Yazmadan da yaşayabilir misin?’ diye.
Cevabım hızlı geliyor: ‘Elbette...’
Yazıdan ve onun alacakaranlığından uzak bir yaşam belki de daha tatlı olurdu. Hangi yazardı o, ‘Edebiyatçı olmak isteyenlere ne önerirsiniz?’ diye sordukları zaman ‘Mümkünse olmamalarını...’ diye cevap veren? Truman Capote muydu, Scott Fitzgerald mı? Şimdi bilemiyorum.
Yalnızca bu yeni özgürlüğün tadını çıkarıyorum bugünlerde. Yani ‘bilmiyorum’ deme özgürlüğünün. Sorduğum adresi bilmediği her halinden belli olsa da uzaklara doğru bakıp ciddiyetle bir şeyler tarif eden bakkal çırağını gülümseyerek dinliyorum. Delikanlı birkaç dakika kaybetmeme neden olacak yalnızca. Bazıları ‘bilmiyorum’ demeyi bilmedikleri için çok daha kitlesel sorunlar yaratabiliyorlar. Bizde de kabahat var tabii. Cebinde kurtuluşumuzun reçetesini taşıyormuş gibi davranan tiplerden daha kolay etkileniyoruz herhalde. Bunun da mutlaka sosyolojik, psikolojik bir açıklaması vardır, ama şu an bilemiyorum.
BAVULDAN SONRASI
Yıllar önce baba evine döndüğüm bir tatil sabahı, koca bavulumla Ankara sokaklarında dolaştım durdum. Annemle babam ben okuldayken yeni bir eve taşınmışlardı. Kırk kere söylemelerine rağmen adres çıkıvermişti aklımdan.
Polenlerin şaşkın şaşkın uçuştuğu, temiz bir bahar günü başlangıcıydı. Yıllardır yaşadığımız şehirde evsiz bir yabancı gibi, bavulumu sürükleyerek yürüyordum. Derken kilitleri iyice bozulmuş olan bavul caddenin ortasında açılıverdi. Kirli çamaşırlarım işe gitmek için otobüs bekleyen Ankaralıların gözleri önüne serildi.
Bavulun bu ihaneti o kadar gücüme gitti ki, arkama bile bakmadan kaçtım oradan. Saatler sonra baba evini bulduğumda artık ne bavulum, ne de bir geçmişim vardı. Sanki ailemden uzakta geçirdiğim onca yılı da bavulla birlikte sokağın ortasında terk etmiş, yıllar önceki ufaklık olarak çıkmıştım karşılarına.
YENİ ŞEYLER
Orhan Veli’yle elli küsur yıl önce yapılmış bir röportaj.
Gazeteci aynen şöyle sormuş: ‘Günün birinde bu yazdığınız şiirleri bırakıp ciddi şeyler yazmayı da düşünüyor musunuz?’ Zavallı Orhan Veli, bugün pek rastlanmayan bir edebiyatçı terbiyesiyle yanıtlamaya çalışmış: ‘Şahsen yazdıklarımın ciddi olduğu kanaatindeyim...’ Gazetecinin bu yanıttan hoşlanmamış olduğunu tahmin edebiliyorum. Biz insanlar yeni şeylerden pek hoşlanmıyoruz çünkü. Galiba biraz da haklıyız: Eski şeylere bile zor ayak uydururken başımıza bir de yeni işler açmak istemiyoruz işte. Hayatın terazisinde güç bela kurduğumuz dengeyi tehdit edecek yeni bir ağırlığa tahammülümüz yok. Belki de ünlü reklamcı Bill Bernbach’a kulak vermeli. Altmışlı yıllarda yazdığı Volkswagen ilanlarıyla gönüllere taht kuran Bill, aynen şöyle demiş: ‘Yazarken kendinizi o güne kadar kimsenin düşünmediği cümlelerle ifade ettiğinizden emin olun.’
Bir Orhan Veli şiiri gibi yani... O kadar yeni, aydınlık ve temiz... İnsana ‘Ben de yazarım bunu’ dedirten ama altmış yıldır başkası tarafından yazılamayan... Güneşin altındaki o eski şeyleri yepyeni bir ışıkla görüp yeni sözcüklerle anlatan... Böyle işleri bırakıp ciddi şeyler yazmasını tavsiye edenlere de terbiyesini hiç bozmadan yanıt veren: ‘Şahsen yazdıklarımın ciddi olduğu kanaatindeyim...’
DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ
Demir Özlü İthaka’ya Yolculuk Dünya
Thomas Bernhard Yok Etme YKY
Erdoğan Alkan Şiir Sanatı İnkıláp
Leylá Erbil Tuhaf Bir Kadın Okuyanus
Atilla Aksoy Yeni Reklamcılık İstanbul Bilgi Üniversitesi
Paylaş