Adalet Ağaoğlu’nun üç kitap, iki ciltten oluşan Damla Damla Günler’ini okurken, bu günlüklerin / güncelerin türünü tespit etmeye çalıştım.
Edebiyat sözlüklerinin klasik sınıflamasında, mahrem günlükler ya da anekdotlar, olayların, yaşananların izdüşümü.
Ağaoğlu’nunkiler ikisini de kapsıyor.
Damla Damla Günler’in I-II’si, yani ilk cildi 1969-1983, III.’sü yani ikinci cildi de 1983-1996 tarihlerini kapsıyor.
Önsöz’de yayınlanma serüvenini, karar aşamasını anlatıyor yazar: "Günlük defterlerimi yayınlatmaya karar vermem hiç kolay olmadı. Kitap raflarımdaki, dolaplar, çekmecelerdeki yerler daraldıkça 40 kadar defter gözüme batmaya başlamıştı.
Kısacası, günlükler eğer ille yayınlanacaksa, bunu tutanlar sağken ve notların masumiyetine ’pek de dokunmadan yayınlanmalıdır.’
Damla Damla Günler’i I-II-III diyerek işte yazmış bulunmaktan artık pişman değilim.
Çünkü tarihsel açıdan bazı gün ve ayların hayat içerikleriyle unutulmamasında, yorumlanmaya açık bırakılması bakımından kayda geçirilmesinde bir payım olabileceği umudu taşımaktayım."
İyi bir yazarın günlükleri, yaşamının gizli kalmış, biyografisine geçmemiş, ama yaşamını etkilemiş, yönlendirmiş olaylarını içerdiğinden ilgi çekicidir.
Adalet Ağaoğlu’nun en ayrıntılı biyografisinde bile bulamayacağınız hususlar, bu günlüklerin içinde bulunuyor.
Yazarın kimliği, aydın niteliği, direnci sadece romanlarında, öykülerinde, şiirlerinde yazdıklarında yatmaz, yaşamının günlük davranışlarında, tepkilerinde, günübirlik isyanlarında da görülür, hatta daha çok bunlarda görülür.
Adalet Ağaoğlu, TRT’de, bürokrasi çarkının içinde sıkışırken, dönmez olsun deyip, kişiliğinden, inancından, siyasal eğilimlerinden taviz vermemiştir.
Günlüklerde, kardeşi, oyun yazarı Güner Sümer, dost çevresi, Muhsin Ertuğrul, edebiyat, tiyatro dünyasından birçok kişi karşımıza çıkıyor.
Günlüklerde, Adalet Ağaoğlu’nun, sadece özyaşamını bir kısırdöngü içinde anlattığını sanmayın. Yazarın bireysel, toplumsal duyargaları her zaman açık. Örnek:
"15 Aralık ’69, Pazartesi
Öğretmenlerin boykotu başladı. Bu haklı direnişi TÖS’le İlk-Sen yapıyor, dört gün sürecek. Buna karşı hükümetin tutumu: Tehdit, radyo yayınlarına sansür koymak, TÖS ve İlk-Sen başkanlarına işten el çektirmek... Vurulan bir öğrenci daha: Mehmet Battaloğlu.
Bu kadar çok olaydan, faşist yönetimin kurşuna dizdirdiği gençlerden sonra evliliğin 15. yılı unutulmuş. Unutulur elbette."
Aile ve dostların yer aldığı günlüklerin belirgin özelliği, o günün siyasetine yer vermek, ayrıca okumalarla da bunları zenginleştirmek. Özellikle belirtmek gerek ki, sadece ülke meseleleri değil, uluslararası meselelere, Vietnam’a, Arjantin’e... yönelik düşüncelerini de açıkça dile getiriyor Ağaoğlu.
Bu saptamalardan sonra, Ağaoğlu’nun günlüklerini besleyen kaynakları sıralayabilirim:
Günlük yaşam, aile ilişkileri, dostlar, siyasetin güncesi, okunan kitaplar, izlenilen yeni yazarlar, yazılan / yazılmaya çalışılan yeni eserler, onların sancısı.
Onun için derim ki, bu günlükler bir yazarın yaşamı ekseninde, siyasal tarihimizin önemli olaylarını da bize aktarıyor. Çünkü toplumsal sorumluluğu olan, aydın bir sanatçının, başka türlü günlük tutacağını söylemek mümkün değil.
Ünlü Ölmeye Yatmak romanının yayım serüveni bugün size eğlenceli gelebilir ama o gün için, bir yazarın durumunu ortaya koyması açısından trajik.
Yayıncı onu çeşitli yazarlara okutuyor. Sonunda Güner Sümer,Çiçek Pasajı’ndan telefon ederek, yanındaki Oğuz Atay’dan romanın onda olduğunu öğreniyor. Sürekli ertelenen bir yayınlanma serüveni sonrası mutlu son.
Nihayet Remzi Kitabevi ile anlaşılıyor, roman çıkıyor ve yazarın sevinci şöyle:
"26 Aralık
Yeni yıla, ilk romanımda Cumhuriyet ve ilk kuşaklarını ameliyat masasına yatırmamdan iyi bir sonuç alınmasına huzurla giriyorum. Ölmeye Yatmak, okur tarafından onaylandı. Hem de günümüzün en güçlü iki edebiyat eleştirmeninin muhalefetine rağmen."
Bir kitabın yazılma aşamaları, yazılma süreci, yayınlandıktan sonraki yankıları, günlüklerde var.
Yazarın bu en gerilimli, en zor ama bir yandan da en coşkulu günlerini, günlüklerde zevkle okudum. Çünkü kitabın serüveni beni kendisi kadar ilgilendirmiştir.
Kitaplar, eleştirmenler, yazarlar hakkında ne düşündüklerine de günlüklerde rastlayabilirsiniz.
Nedir bunların önemi?
Roman yazan birinin, roman, romancılar üzerine düşünmesi, kendi kabuğunun içine çekilmemesi.
Günlük/günce türünü severim. İçten izdüşümler yer alır o metinlerde. Yazarın kendi romanlarına, öykülerine göndermeler bulabileceğiniz gibi, başka yazarların eserlerine yönelik eleştiriler ve göndermelere de denk gelirsiniz. Kurusıkı bir günlük yerine, edebiyatla dolu bir günlük okursunuz.
En önemlisi yazarın kimliğine dair sağlam ipuçları yakalar iyi bir okur.
Bunun için, iyi bir edebiyatçının günlüklerini es geçmeyeceğinizi biliyorum.
KİTAPTAN
ROMANDA KENDİN OLABİLİYORSUN
Ölmeye Yatmak’ta hiçbir şeyi yüceltmek istemedim. Kahramanlardan hiçbiri pir-ü pak ötekinin üstünde değil. Bütün çabam, "hayatın ta kendisine sığınmak" yönünü tayinde oldu. Anlatının bütün türleri birbiriyle uyumlu bir bütün ortaya çıkarsın istedim. İçten dışa, dıştan içe; dünden şimdiye, şimdiden yarına paslanmaların yankısı bir ses alaşımı olsun. Bunu sahne oyunlarımı yazarken de hep istemiştim, fakat tiyatroda "tek" değilsin. Romanda iyisi kötüsüyle tam kendin olabiliyorsun.
DAHA İYİSİNİ YAPABİLİRDİM
Geçen hafta Remzi Kitabevi’nden telefon edildi, Ölmeye Yatmak bu hafta çıkıyormuş.
Yatakta Rezvani’nin Americanoiaques’ını çevirmeye başlamıştım. Bu bana, eli kolu bağlı oturmaktan çok daha iyi geldi. Yalnız Fransızca takma adları adapte etmediğime pişmanım. Cannes kıyılarındaki erkek kadın, yaşlı "clochards" (sokak serserisi, alkol düşkünleri) çiftine Edi ile Büdü diyebilirdim pekálá. Halbuki Fransız takma adları Loupiote ile Cypriuche’u olduğu gibi bıraktım. Geçelim Edi ile Büdü’yü ya da Büdü ile Edi’yi pekálá Kopil’le Kambur, Piliç’le Horoz, Zurna ile Davul gibi bir şeyler uydurabilirdim. Rezvani’nin Amerikan emperyalizmiyle, CIA’sıyla, işkencelerle tatlı tatlı dalga geçen ama en öfkeli çıkışlardan daha etkili bir muhalif anlatımı var. Rezvani’yi ilk defa geçen kış Paris’te TNP’de oynanan Capitain Shell-Capitain Eçço adlı oyunuyla tanımıştım. İmgesi bol, petrol şirketleri arasındaki çekişmeyi ve iç yüzlerini birer "kaptan" figürü aracılığıyla seyirci bilincine işleyen bir oyun. "Anarşist" bir yazar denebilir, ancak anarşizmi çürümüş yasaların karşısına geçmekten öteye, yıktığını yapmakla bütünleyen, sonrası adına yapıcı bir yönü var.
Americanoiaques fantezi bir kısa roman, fakat gördün ya Adalet, yazar kitabına Arthur Rimbaud’dan bir şiir üfleyerek başlamış. Hani sanki "bismillah" der gibi.
ERKEK YAZAR OLMA YOLUNDA
Hikáyeye de bulaştın. Bakalım ne olacak. Ne olacak? Artık roman falan bitti. Denedin, oldu deyip duruyordun; "bir daha haşaaa!" sayıklamaları geçiriyordun ki, hiç yoktan ve en kısa yoldan kendini en yükseklerde var edebilmiş bir kadının hayatından fırlama roman reçeli kurmaya uzanmadın mı? Yazık ki uzandım, uzandım da, ilk sayfalar, orta sayfalar vb. derken, bakmışım kadın figür yerini erkeğe bırakmış gitmiş. Mercedes marka bir arabayla tutkulu aşkını yaşayan, yurttaşlarımızdan Bayram. Bu rol değişimine ilk sebep: "Kadın yazar" unvanından dört nala kaçmam. Üstelik her kadın hikáye, roman yazarının ana kahramanı neredeyse hep kendi cinsinden seçilme. Böylece bu unvana seve seve çanak tutulmasına karşı, hem de Aysel’i bir iç boşaltış gibi kadın kahramanlar kadrosuna ilhak eyledikten sonra, bu sefer "erkek" cinsi üstünden genelin geneli "insan" cinsi áleminde, "O"nu bu "O" yapan etkenler pusulasıyla dolaşmam. Madem ki sen, kapitalist ilişkilerin kendine yabancılaştırdığı insanoğlunu, onun bu parçalanışını kurcalamak istiyordun, kendini "erkek yazar" türünde deneyebilirsin.
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Nilüfer Kuyaş Yeni Baştan Oğlak
Marcel Ayme İğreti Surat Can
Pierre Assouline Lutetia YKY
Radi Dikici Şu Bizim Bizans Remzi
Besim F. Dellaloğlu Frankfurt Okulu’nda Sanat ve Toplum Say