Lidiya Kumbaracı-Bogoyeviç’in Üsküp’te Osmanlı Mimari Eserleri adlı çalışması, Dr. Şarık Tara’nın girişimi ve çabasıyla Türkçe’ye çevrildi.
Üsküp’te doğan Şarık Tara, kitapla birlikte gönderdiği mektupta, eserin yaygınlaşması için dağıtım politikasından söz ediyor: "Kültürel mirasımızı yeni kuşaklara tanıtmak amacıyla bu eser ülkemizdeki kütüphanelerin tamamına, üniversitelerimize ve yabancı ülkelerdeki temsilciliklerimize gönderilecektir."
Çok doğru bir iş yapmış Şarık Tara. Çünkü bu tür kitaplar yayımlanıyor, ilgisiz birçok kuruma, kişiye armağan olarak gönderiliyor, asıl okuması, incelemesi gerekenlerin eline ulaşamıyor.
Ben de bu kitabı yazmadan önce yukarıdaki açıklamayı koydum ki, kütüphanelere gidenler bu kitabı bulup okuyabilsinler diye.
Doğdukları kentleri tanıtan, onunla ilgili kitapların yayınlanmasını sağlayanları desteklediğimi okurlarım bilir.
GÜZELİM ÜSKÜP AĞZI
Üsküp, bizim tarihimiz, edebiyatımız için önemlidir.
Cemal Kafadar’ın yazısındaki ilk paragraf, bu kentin önemini yeterince vurguluyor:
"İstanbul fethedildiğinde Üsküp çoktan bir Osmanlı şehri olmuş, sokaklarında konuşulan dillerin arasında Türkçe de katılmış, belki de sonradan İstanbullular’ın sevimli ama tuhaf bulacakları o güzelim Üsküp ağzı oluşmaya başlamıştı. Hayat hikáyesini bu iki şehir arasında özetleyebileceğimiz, Üsküp doğumlu şair Yahya Kemal’in kulağı bu ağıza aşinadır. Öğrencisi Ahmet Hamdi Tanpınar’a aktardığına göre, mütareke yıllarında Balkan göçmenlerinin yığıldığı İstanbul’da dinlediği bir Üsküplü vaiz, borç almanın ne kadar doğal olduğunu anlatırken, Hazreti Ali’nin Peygamber’e sorusunu şöyle seslendirir: "A be Muhammed, var mı sende alti guruş?" Bu sadece Türkçe’nin değil aynı zamanda Müslümanlığın da Rumeli’de biçimlenen, Anadolu’nun çeşitli ağızları ile harcı karılmış, yerel bir lehçesidir: Yalın, güleryüzlü, düzayak, köşesiz, teklifsiz ve olabildiğince külfetsiz.
Bütün bu özellikleriyle Üsküp’ün lehçesi, şehrin Osmanlı mimarisine de sinmiştir. Hayranlık uyandırıcı derecede incelmiş, ama biraz uzak ve dışlayıcı bir gramerin mükemmeliyetindense, ’oranın’ insanına yakın ve mekanı paylaştığı diğer geleneklerle barışık olmayı tercih eden bir mimari. Orta ölçekli birçok Osmanlı şehrinde görebileceğimiz bu özellik, Üsküp’te en şirin ve zarif örneklerinden birini bulur ve şehre karakterini verir. Tanpınar’ın ifade ettiği gibi: ’Her mimarlık eseri, bulunduğu şehrin hayatını bir ev tanrısı gibi farkına vardırmadan idare eder. Onların kalabalığı ruhumuzda öyle bir konser yapar ki, ömrümüzde bir kere olsun onu dinlemek fırsatını bulursak, bir daha kaybetmemek şartıyla kendimizi bulmuş oluruz.’"
Kitap iki ana başlık altında yazılmış:
I. Kısım - Dini Mimari Yapılar, II. Kısım - Sivil Mimari Yapılar.
I. Kısım’ın sınıflaması da şöyle:
1. Camiler: Ayakta Kalan Camiler, Harabe Hálindeki Camiler, Günümüzde Mevcut Olmayan Camiler.
2. Cami Külliyeleri Dışında Bulunan Türbeler.
3. Tekkeler: Ayakta Kalan Tekkeler, Günümüzde Mevcut Olmayan Tekkeler.
II. Kısım - Sivil Mimari Yapılar
1. Ticari Yapılar: Ayakta Kalan Hanlar, Günümüzde Mevcut Olmayan Hanlar.
2. Sosyal Yapılar: Hamamlar, Ayakta Kalan Hamamlar, Günümüzde Mevcut Olmayan Hamamlar.
3. Su Yolları ve Çeşmeler: Su Yolları, Köprüler.
4. Diğer Yapı Çeşitleri: İdari Yapılar, Eğitim Yapıları, Konut Mimarisi, Askeri Mimari.
Kitabın içindekiler listesi, kitabın sadece mimari açıdan değil, tarih içindeki sosyal konumunu da anlatıyor.
Her ana bölümün başında bir ’giriş’, o konuda okura ön bilgiyi vermekte.
Bu tür çalışmalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet yönetimini, fethettiği yerlerdeki politikasını da bize gösteriyor.
Üsküp’te Osmanlı Mimari Eserleri, hiç kuşkusuz, dini yapıların yanı sıra başka yapıları da anlatarak, yaşama biçimi, ticaret üzerine de bize bilgiler veriyor.
Çünkü mimarlık insanın yerleşiminden ibadetine, günlük yaşamına kadar birçok konuda ipucu vermektedir.
Kitabı, yorumlarla, yargılarla tanıtmak yerine buradaki uzmanların yazılarından öğrenmenizin daha uygun olacağını düşündüm.
Tarihe, mimarlığa, geçmişimize meraklı herkesin zevkle okuyacağı bir çalışma.
KİTAPTAN
Üsküp camileri
Mahallelerin, genellikle mahalle sınırları içinde inşa edilen ve bánisinin adıyla tanınan camilerin adını almalarının, Üsküp’e has bir özellik olduğu da söylenebilir. Bununla ilgili birkaç örnek vermekle yetineceğiz: Hacı Gazi Camii - Hacı Gazi Mahallesi, Emir Hoca Camii - Emir Hoca Mahallesi, İbni Payko Camii - İbni Payko Mahallesi, Yahya Paşa Camii - Yahya Paşa Mahallesi, vb.
Geçmişte Üsküp’te çok sayıda cami inşa edilmiştir. Evliya Çelebi, "Üsküp’te yüz yirmi mihrabın, büyük ve küçük caminin ve özel ibadet mekánlarının bulunduğunu; fakat cemaatle kılınan Cuma namazının, sadece kırk beş camide kılındığını," söylemektedir.
İleri sürülen bu cami sayısı, ilk bakışta belki de büyük bir saygı gibi gelebilir, fakat sınırları içinde bulunan camilerin adlarını taşıyan, günümüze kadar ulaşan Üsküp mahallelerinin adları göz önüne alınacak olursa, üç aşağı beş yukarı, İslám ibadethaneleri için zikredilen sayıya yaklaşmış olabiliriz.
Yüzyıllar boyunca Üsküp’te inşa edilen bu kadar çok sayıda caminin ancak 21’i günümüze kadar korunabilmiştir.
Taş Köprü
Üsküp’ün merkezinde bulunan, Vardar Nehri’nin üzerinden geçen ve Taş Köprü adıyla bilinen eski köprü, kentin iki yakasını birbirine bağlamaktadır. Üsküp’ün en önemli mimari yapıları arasında yer alan bu köprü, güzelliği ve görkemiyle kentin simgelerinden biri haline gelmiştir.
Üsküp Taş Köprü’sü, bir Osmanlı yapısının bütün özelliklerini taşımaktadır. Fakat buna rağmen kimi yazarlar veya araştırmacılar, köprünün Romalılar’ın eseri olduğunu söylemekte, kimileri ise Sırp döneminden kalma olduğu iddiasıyla ortaya çıkmakta, hattá köprüden Duşan’ın Köprüsü olarak bahsetmektedirler. Köprüyü Krali Marko’nun yaptırmış olduğu bilgisine de rastlanır. Yapı üzerinde çok belirgin Türk yapı sanatına özgü mimari ve süsleme öğelerinin mevcut olmasına rağmen, bu mimari eserin inşa tarihi konusunda çelişkili düşüncelere rastlanmaktadır. Ancak yapılan arkeolojik araştırmalar sonrası, köprü alanı üzerinde eski bir buluntuya rastlanmamış ve tipik mimari özellikleri dolayısıyla bir Türk köprüsü olduğu tartışmasız gerçek olarak kabullenilmiştir.
Kurşunlu Han
XVI. yüzyıl ortalarında, Müezzin Hoca el-Ma’deni adıyla tanınan Muslihuddin Abdül Gani tarafından inşa edilmiştir. Kurşunlu Han, Üsküp, Yeni Pazar, Trepça ve Mitroviça gibi, Rumeli’nin birçok yerinde hayratı bulunan bu şahıs tarafından kurulan büyük vakfa aittir. İnşasından hemen sonra hanın giriş kapısı üzerine yerleştirilmiş olması gereken ve bu konuda birtakım bilgiler içeren kitabesi, maalesef günümüze ulaşabilmiş değildir. Fakat 1549-50 yıllarında inşa edildiği sanılan Kurşunlu Han’ın bánisi Muslihuddin Abdül Gani el-Ma’deni’ye ait tescil edilmiş vakıfname korunmuş, bu belgede hanın sınırları tam olarak belirlenmiştir.