Paylaş
Ortaya kötü bir şey çıkar mı?
Çıkmaz, çıkmamış...
Üçünü de yıllardır tanırım.
Hayatlarında hiçbir şeyi yarım yapmamış, laf olsun diye bir işe girmemişlerdir.
Hobilerini işe çevirmişlerdir.
Hep iddialı olmuşlardır...
Ve, bana göre daha da önemlisi...
İzmir’i, Ege’yi tutkuyla sevmişlerdir.
Şimdi de Urla’yla yatıp Urla’yla kalkıyorlar.
İstiyorlar ki... Urla bir marka olsun, Türkiye’nin yükselen yıldızı olsun.
Yaparlar mı?
Yaparlar...
Çünkü, Urla için olağanüstü şeyler yapıyorlar.
Tabii, bu üçlüye dahil etmemiz gereken bir isim daha var. O da Yavuz Karacasulu... Karacasulu, biraz daha geri duruyor, kendi işlerine daha ağırlık veriyor.
Geçenlerde Urla Şarapçılık’ın tesislerini gezdim.
İtalya’dakilere, Fransa’dakilere taş çıkartan bir fabrika, muhteşem bir bağ...
Ve Urla’nın geleceği üzerine kurulan hayaller...
Bana göre bu üç dostun kurduğu ortak hayal, gerçeğe dönüşmeye başlamış; şimdi ise bu hayali bütün Urla’nın görmesini istiyorlar.
Çok da haklılar...
Çünkü, bu yarımadanın herkesi kıskandıracak bir tarihi var.
Bu topraklarda oturanlar müthiş bir mirasa sahip olduklarını çok iyi bilmiyor.
Can Ortabaş, Bülent Akgerman ve Deniz Barçın vurulan her kazmada adeta şok olmuş. Kazılan arazilerde yüzyıllar öncesinde kurulan bağ setleri ve teraslamalar çıkmış.
Ve araştırmaya başlamışlar.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde sadece Karaburun Yarımadası’nda 72 milyon litre şarap üretiliyormuş.
Dikkatinizi çekerim; bu neredeyse Türkiye’nin şarap üretimine yakın bir rakam...
Gerçi son 10 yıldır yapılan yatırımlar gelecek için umut verici. Ama bu da yarımadanın ne anlama geldiğini anlatan çarpıcı bir örnek...
Gelelim Urla Şarapçılık’a...
Aslında şarap fikri Can Ortabaş’tan çıkıyor.
Ortabaş; yarımadanın bakir olan sol kısmında bulunan Ukuf mevkiinde 2 bin dönüm arazi alarak UZBAŞ Bitki Plantasyonu Çiftliği’ni kuruyor. Dünyanın tüm bölgelerinden palmiye türleri topluyor. Ege ve Akdeniz’e uyumlu cinslerin yanında, soğuk iklimlere uygunları da ithal ediyor.
Bütün bunları yaparken, dediğim gibi, aldığı arazilerde bağ setleri ve teraslar çıkıyor.
Bunları yakın dostları Bülent Akgerman, Deniz Barçın ve Yavuz Karacasulu’yla paylaşıyor.
Ortak hareket etme fikri işte o zaman ortaya çıkıyor.
300 dönümden fazla bağ ekim alanları yapılıyor ve yatırım başlıyor.
Bugüne kadar 10 milyon dolardan fazla harcanmış bütün tesislere...
Can Ortabaş, Urla Şarapçılık’ın büyük ortağı konumunda...
Ortabaş, plantasyon kadar şarap konusunda da artık uzman olmuş.
Hem çok okuyor, hem çok geziyor.
Hem de bütün bu öğrendiklerini ortaklarıyla Urla’nın geleceği için harcıyor.
Ama gerçeği söylemem gerekirse...
Tesislerin ne Bordeux’dan, ne Moltalpulciano’dan, ne Montalcino Siena’dakilerden bir farkı yok...
Hatta fazlası bile var.
Çünkü en son teknolojiler kullanılmış.
Sıkı durun, Türkiye’nin en güzel şato şaraplarından biri Urla’dan geliyor.
Klon seleksiyonla unutulan tatlar gelecek
Urla’da gördüklerimi bir yazıya sıkıştırmak mümkün değil. O yüzden aldığım notları sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Can Ortabaş, Bülent Akgerman ve Deniz Barçın iyi bir yolda gidiyor.
Can Ortabaş, kurulan bu ortak hayalle ilgili şunları söylüyor:
“Bizim öncelikli arzumuz, şarapçılığın merkezi Urla’yı yeniden yaratmak. Urla’da butik üreticilerin sayısının 10-12’ye ulaşmasıyla hayatın tekrar başlamasını arzu ediyoruz. Yaptığımız çalışmalarla kaybolan Urla Karası ve Gaydura’nın klon seleksiyonunu gerçekleştirerek yeniden şarapçılığa kazandırmanın bile yöreye büyük katkısı olacağına inanıyoruz...”
Devam edeceğim...
Hedef “Made in Urla” yapmak
Neden olmasın?
Fransa’nın Bordeux’su varsa, Türkiye’nin de Güney Bölgesi var, Urla’sı var.
Geçenlerde Denizli Güney’e gittiğimde 30 bin dönüm olağanüstü bağlarla karşılaştım.
Can Ortabaş’la da Urla’yı adım adım gezerken aynı hisleri yaşadım.
Bu coğrafya şarap için bulunmaz fırsatlar veriyor.
Müthiş ve farklı bir terroir var.
Yani toprak ve iklim...
Elbette aldığınız makinalar, kurduğunuz tesis de önemli. Ama iş “terroir” da kilitleniyor.
O da Urla’da var.
Can Ortabaş şöyle konuşuyor:
“Bugün Güney Afrika’da da Avustralya’da da şarap yapıyorlar. İyi şarap yapmanın altyapısı Urla’nın kendi benliğinde mevcut. Binlerce yıllık bir hikaye orada bekliyor ve kimse bir şey yapmıyor. Urla’da bir tek marka yok. Benim bütün hayalim Urla’yı bir marka haline getirmek. Eğer Urla’da bir hareket başlatıp, ‘Made in Urla’ yaratabilirsek, Urla’nın geleceği kurtulur.”
Bağlarda Cabarnet Sauvignon, Merlot, Shiraz, Nero d’Avola gibi uluslararası türler dikilmiş, ama yerli türler de unutulmamış. Boğazkere ve Bornova Misketi’ne, Öküzgözü’ne ağırlık verilmiş.
Can Ortabaş özellikle Diyarbakır kaynaklı Boğazkere’nin Urla’ya çok uyduğunu söylüyor.
Ortabaş, Boğazkere’nin uzun vadede Urla’da, belki de Diyarbakır bölgesinden bile daha iyi sonucu verebileceğini, çünkü GAP projesinin orada nem oranını yükseltip sub-tropikal iklimi tropikale doğru dönüştürmeye başladığını vurguluyor.
Ve şöyle diyor:
“Bizim için öncelik kalite. Önceliğimiz nicelik değil, nitelik. Türkiye’de Bornova Misketi, Boğazkere gibi türlerin bir klon seleksiyonu bile yok. Bir klon yaratmak 15 yıl sürebiliyor. Onların klonu yaratıldığında, Boğazkere ya da Bornova Misketi gibi yerli türler düzgün yerlere dikilip, bakımı iyi yapıldığında bir Cabarnet veya Merlot kadar iyi sonuçlar verdiğini göreceğiz. Biz budama biçimimizle, dikim şeklimizle, yer seçimiyle ve seçtiğimiz klonlar itibariyle üretimimizi düşürmeye ve rafine ürün almaya çalışıyoruz. Biz 300 dönümlük bu bağdan 500 bin şişe değil, 150 bin şişe kaliteli şato şarabı elde etmeye çalışıyoruz. Bunların içinde de yerli tür olarak Boğazkere ve bence beyaz şarapların en güzeli olan Bornova Misketi var.”
Paylaş