Paylaş
Ajans, her yıl birkaç defa bilgilendirme toplantıları yapıyor.
Genelde yerel medya ve İzmir’in fikir önderleriyle yapılan bu buluşmalarda bu seferlik bir değişiklik yapıldı.
Ulusal medyadan; İstanbul’dan, Ankara’dan medya mensupları da davet edildi.
Gelenler ya İzmir’de mesleğe başlayıp sonradan İstanbul’a gitmişlerdi, ya bir şekilde İzmir ile bağlantısı olan gazetecilerdi...
Ya da örneğin; sevgili İdris Akyüz gibi Trabzonlu, İstanbul’da yaşamakta olan ama İzmir sevgisiyle yanıp tutuşan meslektaşlarımızdı.
Size o geceden biraz bilgi vereyim.
Önce işin resmi kısmını anlatayım, sonra da masalarda, masalar arasında neler konuşuldu; kim kime laf attı, karşılığında ne cevap aldı...
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu bir konuşma yaptı, ardından da İzmir Valisi Cahit Kıraç...
Her ikisi de doğal olarak İzmir’i övdüler; kentin değerlerini öne çıkardılar.
Yaptıklarını, yapmak istediklerini...
İzmir’den, yaşayanların ortak hayallerinden bahsettiler...
Ve konuyu Başkan Kocaoğlu da Vali Kıraç da EXPO 2020 adaylığına getirdiler.
İstanbul’da yaşayan İzmirli gazetecileri kentin gündemini ulusala daha fazla taşınması konusunda yardımlarını istediler.
Kıraç, İzmir’de devleti temsil ediyor, Kocaoğlu ise, seçilmiş başkan olarak halkı...
Zirvedeki bu iki isim de EXPO adaylığı konusunda hem fikir ve İzmir’in geleceğinde bu organizasyonu olmazsa olmaz görüyor.
Bu kararlılık kent kadar Türkiye adına da çok önemli...
Çünkü, ancak ve ancak uluslararası organizasyonlarla Türkiye’nin imajı daha fazla güçlenebilir.
Hatta Vali Kıraç, son dönemde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in EXPO’yla ilgili çıkışlarına da satır arasında bir cevap vermiş oldu.
“Bizim rakibimiz California, Rio, Paris... Bu kadar net...”
Bence de bu kadar net...
Öyle anlaşılıyor ki, İzmir’in gündeminin birinci maddesi uzun bir süre EXPO olacak.
Çünkü nisan, mayıs gibi adaylıkla ilgili başvuruyla ilgili adımların atılması gerekiyor.
İZKA Genel Sekreteri Ergüder Can da İzmir’in markalaşması için “kentsel pazarlama stratejik planını” hazırladıklarını ihaleyi kazanan konsorsiyumun “algı analizi” yaptığını söyledi.
Örneğin; Türkiye’ye gelen yabancıların yüzde 94’ü İzmir’i tanımadığını söylemiş, bu oran salonda hayretle karşılandı.
Yine “İzmir’i bir insan olarak nasıl tanımlarsınız?” sorusunun cevabı da “Kadın, genç, iyi eğitimli” olmuş.
Bu anlatım hepimize biraz eksik gibi geldi.
“İzmir’in rengi nedir?” diye sorusuna da salondakilerin çoğu “Mavi...” diye cevap verdi, ama anket sonuçlarından “Mavi ve mor” çıkınca, “Mor...”u bir süre tartışmadık da değil.
O gecenin resmi kısmı böyleydi.
Ve elbette konuşmalar arasında İzmir ile ilgili birçok bilgi notu...
Gecenin bir de resmi olmayan kısmı vardı
Gellelim, o gecenin resmi olmayan özel kısmına...
Örneğin; benim oturduğum masada İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, işadamı Kemal Çolakoğlu, gazeteciler Nuri Çolakoğlu, Erdal Sağlam, Serpil Yılmaz, Çetin Gürel, Zeynep Gürel, Rıdvan Kaynar vardı.
Hemen yanımızdaki masada İzmir Valisi Cahit Kıraç, gazeteciler Ergun Babahan, Fehmi Koru, Atilla Sertel, Bülent Zarif, Jale Özgentürk, Vahit Yazgan oturuyordu.
Bir ara “İzmir’i nasıl anlatırsınız?” diye bir soru ortaya atıldı.
¡¡¡
İzmir’de Yeni Asır’da uzun yıllar çalışmış, Sabah Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürlüğü’nü de yapmış olan Ergun Babahan mikrofonu aldı.
Ve, “İzmir’i gri, yaşlı, durgun, yorgun...” olarak yorumlayınca, bizim masadan Nuri Çolakoğlu, Babahan’a yanıt verdi:
“İzmir, yaşamayı seven ve sevdiren bir kenttir. İzmir insanların yaralarını saran, pansuman yapan bir şehirdir. İzmir, birçok kişinin yaşamak isteyeceği kenttir...”
Çolakoğlu’nun bu yorumunu Bababan cevap verdi:
“Biz İzmir’den bireysel başarılarımız, hedeflerimiz için gittik. İstanbul’da hiçbir zaman İzmirliler Derneği gibi bir yapı kurmayı düşünmedik. Ben 20 yıl önce bıraktığımız İzmir gibi bir kent görmüyorum...”
¡¡¡
Çolakoğlu yine mikrofonu aldı:
“İzmir feodal bir şehir değil. Bir başka İzmirlinin koltuğuna girmeyi istemez bir İzmirli, İstanbul’da... İhtiyacı da yoktur. İzmirliler gittikleri her ortama adapte olurlar...”
Babahan ve Çolakoğlu karşılıklı konuşarak anlaştılar.
Ama bir itiraz da gazeteci Erdal İzgi’den geldi:
“Polemik yaratmak istemem. İzmir yorgun olabilir, yaşlı olabilir. Ama umutsuz ve karamsar değildir. Gri hiçbir zaman değildir. Bizim kişisel beklentilerimiz değil, toplumsal değişim beklentimiz vardır...”
Bir İzmir sevdalısı İdris Akyüz de ilave etti:
“İzmirlinin bir şeye ihtiyacı var mı? Ben kendimi İzmir’de mutlu hissediyorum. Galiba ben de bir İzmir fanatiği oldum...”
¡¡¡
Bu diyaloglar geçerken, bizim masada da Kemal Çolakoğlu konuşuyordu:
“İngilizler de Londra’da, Amerikalılar da New York’ta yaşamak istiyor. Türkiye’de de insanların İstanbul’da yaşamak istemeleri gayet normal...”
Ben ise şöyle düşünüyorum.
İstanbul 20 Avrupa Birliği ülkesinden daha büyük...
Hem nüfus olarak, hem yüzölçüm olarak, hem de gayri safi milli gelir olarak...
İzmir’i İstanbul’la karşılaştırarak büyük bir yanlışlık içine girmeyelim.Ama İzmir’e de yeni hedefler koyalım. Türkiye’nin “en yaşanılabilir kenti” imajını güçlendirelim; daha modern bir kent yaratalım, gündüzü kadar gecesi de hareketli bir İzmir kurgulayalım...
Eğitimi, sağlığı, eğlenceyi öne çıkaralım...
EXPO’yu da unutmadan, büyük organizasyonlar yapan...
Ama Urla, Seferihisar, Alaçatı gibi “konsept kentler” oluşturalım. Hiç zor değil...
Çünkü, her şey ama her şey İzmir’de var.
Paylaş