Paylaş
Geleneksel medyanın ilkelerini, titizliğini, özenini, dürüstlüğünü, etiğini hala çok önemsediğimi söylemek istiyorum.
Bakın CHP lideri Özgür Özel, ayağının kırılmasının ardından ortaya atılan “ayağından vurulduğu” iddialarına röntgen filmlerini paylaşarak yanıt vermek zorunda kaldı.
Ve şöyle bir yanıt verdi; “Bu konuda açıklama yapmayı bile aslında zül sayıyorum. Herkesin başına gelebilecek, geçirdiğim bir ev kazası üzerinden, sosyal medyadan akıl ve ahlak dışı bir kampanya başlatıldığını ve farklı pek çok kişinin bu gündemin peşine takıldığını gerçekten şaşkınlıkla takip ettim...”
Aslında gazetecilik öğrencileri için bu ilginç bir örnek de olmuştur.
Ama Türk siyasetinde çok konuşulacak bir konu oldu bu röntgen meselesi...
Evet; dijital medya eskiye göre çok etkili, geometrik de büyüyor.
Ancak herkes bulduğu her platformda istediği gibi yazmaya başlayınca; böyle durumlar da ortaya çıkmaya başladı.
Türkiye’nin ana muhalefet partisinin genel başkanı dedikoduları önlemek için sonunda böyle bir açıklama ve görüntü paylaşmak zorunda kaldı.
Gel de eleştirilen geleneksel medyanın haber ilkelerini arama...
Turizmle harmanlanmış
spor iyi bir oyun planı
TURİZM sektörünün bilinen isimlerinden Ayça Bilgin’in bir yorumu var. Diyor ki; “Spor politikalarını ve yatırımlarını turizmle harmanlayarak uzun vadeli başarıları garantiye almak, tam anlamıyla iyi bir oyun planıdır...”
Son yıllarda voleybol, futbol, basketbol, güreş, tekvando, atletizm, okçuluk ve bu yıl eklenen havalı tabanca gibi çeşitli spor dallarında Türkiye’nin başarıları hem toplumu etkiledi, hem de uluslararası medyada yer buldu. Bu sportif başarılar, sadece ülkenin prestijini artırmakla kalmadı; Türkiye’deki gençlerin rol modellerini de etkiledi.
Ayça Bilgin ekliyor; “Sporun evrensel dili, Türkiye’yi dünya sahnesinde hem sportmen hem de turistik bir yıldız haline getirebilir. Zira spor sahasındaki her zafer, turizmin podyumuna bir altın madalya daha ekliyor. Ülkenin spor ve turizm stratejilerini entegre etmek, adeta sahada topu alıp kaleye göndermek gibidir. Türkiye’nin spor politikalarını ve yatırımlarını turizmle harmanlayarak uzun vadeli başarıları garanti altına alması, tam anlamıyla bir oyun planı meselesi. Çünkü unutmayalım, sporda ne kadar iddialıysanız, dünyada da o kadar büyük oynuyorsunuz.”
BEN OLSAYDIM
GÖZTEPE Spor Kulübü Onursal Başkanı Mehmet Sepil, geçen hafta oynanan maçla ilgili bir açıklama yaptı. Satır satır okudum. Birçok yorumuna katılıyorum. Zaten Sepil’i çok iyi tanıyorum. Türk sporu için yaptıklarını, uzun vadeli stratejilerini çok yakından biliyorum.
Özetle diyor ki; “Kulüp yöneticileri olarak sporda şiddete karşı örnek davranışlar içinde olmalıyız. Hem Fenerbahçe ve aynı zamanda Kulüpler Birliği Başkanı'nın itilerek düşürülmesi asla kabul edilemez. Seyircinin maça geç girmesi de ilk defa yaşanmıyor, bütün Türkiye'de taraftarın zaman zaman stada geç alındığı bilinir. Ali Başkan'ın bu nedenle yürüdüğünü bilsek kendi taraftarımıza bunu izah eder, dönerken tepki almasını engellerdik. Bunu istemeyecek, kabul etmeyecek ilk kişi benim. Kulüp yöneticilerinin önde gelen görevi akılcı rekabetten verimli başarılar elde etmektir. Bizlerin dengeli hal ve tutumları, sağlıklı iletişim ve dayanışma içinde olmamız başta taraftarlarımız olmak üzere herkese doğru örnek olacaktır. Sporda şiddeti önlemenin futbol yöneticilerinin öncelikli sorumluluğu olduğunu bir kez daha hatırlatıyorum.”
Son derece dengeli, sağduyulu bir açıklama...
Metin uzun; merak edenler internetten girip bulsunlar ve sonuna kadar okusunlar.
Ama bana göre yeterli değil.
Ben olsaydım.
Maçın başından sonuna kadar tribünlerdeki gerginliği ve bitmeyen küfürlü tezahüratı önlemek için çıkar, seyirciye “Dur...” derdim. Evet; bunu yapardım. Bazen bir kişinin, bu kişi özellikle de başkan olursa bu müdahaleyi yapıp tansiyonu düşürmesi yerinde olurdu.
Ben öyle yapardım.
***
Fenerbahçe Başkanı Ali Koç da sonrasında açıklamalarda bulundu.
Özetle dedi ki; “Bazı talimatlara aykırı hareketler yapmak zorundaydık ama mecburduk ama yapmak zorundaydık. Başka olaylar yaşansın istemedim. Ne oldu, tahliye kapıları açıldı, taraftarımız tribüne alındı, hiç olmazsa maçın kalan 40 dakikasını izlediler. Biz sahaya indiğimizde daha maç başlamamıştı. İşimizi hallettiğimizde ne yazık ki maç başlamıştı. Maç oynanırken sahada olma gibi bir nedenimiz yoktu.”
Koç’un açıklamaları da uzun, açıp okuyun...
Ben olsaydım; sahaya inmezdim. Evet; bütün yaşananlara, maç boyunca yapılan kötü tezahürata ve Koç’un seyircilerle ilgili iddia ettiği şikayetlere rağmen asla sahaya girmezdim.
Başka yöntemleri devreye sokardım, başka arayışlar içinde olurdum.
Ama asla sahaya inmezdim.
Ve yine anladım ki
BİRKAÇ gündür üst üste futbolla ilgili yazılar yazdım. Anlıyorum ki; Kimse geri adım atmıyor. Kimse kendini yanlış, eksik görmüyor. Kimse olaylara başka bir pencereden bakmıyor. Kimse empati yapmıyor. Kimse çocuklarımızı, gençlerimizi düşünmüyor. “Benim dediğim doğru” diyor. “Bize yapılan haksızlıkları görmüyor musunuz” diyor.
Böyle olunca sonuç almak kolay değil. Ama diyorum ki; Bu gidişat iyi değil. Bu bakış açısı doğru değil. Bu davranış refleksi çözüm odaklı değil.
Paylaş