O görgüyü öğreten bir kişiydi

ADI Kostantino Reggio’ydu.

Haberin Devamı


Ama onu herkes Mösyö (Monsieur) Tino diye bilirdi.
Ya da bay Tino...
Tanımanızı isterdim, müthiş bir adamdı, tam bir beyefendiydi.
1952 yılında İzmir’de doğmuştu.
Üç çocuklu Levanten bir ailenin oğluydu.
Bir ikizi vardı, bir de kız kardeşi...
Saint Joseph’te okuduğumdan İzmirli Levanten ailelerin çoğunu tanırdım.
Ya çocuklarıyla okumuştum ya da sosyal hayatın içinde onları tanıma fırsatı bulmuştum.
Bu insanların İzmir, Türkiye sevgisini çok yakından bilenlerdenim.
Bay Tino da onlardan biriydi.
Onların bu sevgisine belki de tutku demek daha doğru olur.
Dünyanın her yerinde yaşayabilirlerdi, ama onların anavatanı Türkiye’ydi, İzmir’di.
Mükemmel Türkçe konuşurdu, kelimeler ağzından tane tane çıkardı. Fransızca, İtalya ve Yunancası da kusursuzdu.
Tarih ve arkeoloji sevdalısıydı.

Haberin Devamı

O görgüyü öğreten bir kişiydi


Çok kültürlü, çok dilli insanlardan sadece biriydi.
Bay Tino’yla yıllar sonra yolum yine okulda birleşti.
Piri Reis Okulları’nın yönetiminde görev almıştım, üstelik oğlum Atlas da benim gibi bir francofon olma yolundaydı.
Tino Reggio, okulların kütüphanelerinden sorumluydu ve okulda görgü kuralları derslerine giriyordu.
Evet, yanlış okumadınız, görgü kuralları dersi...
Yani üç yaşında Piri Reis sıralarında okumaya başlayan o miniklere, mezun oluncaya kadar hayatı anlatırdı, nasıl yemek yiyeceklerini, nasıl konuşacaklarını, toplum içinde nasıl davranacaklarını, kalabalık içinde kendilerini nasıl ifade etmeleri gerektiğini...
Hayatın siyasetten ibaret olmadığını en iyi bilenlerdi.
Siyah beyazın dışında, hayatın tonlarını çocuklara hep anlattı, hayatı boyunca...
Eğitim o kadar önemli ki, her şeyin çözümünü eğitimde aramak gerekir.
Ama inanın, eğitim kadar görgü de çok önemli.
Son dönemde benim hep eksik gördüğüm, eğitimin içinde unutulmuş gördüğüm şey...
Evet, görgü...
İşte bu hayat adamını, İzmir sevdalısını, vatanı olarak Türkiye’den başka hiçbir şey görmemiş bu büyük adamı geçen hafta kaybettik.
Kostantino Reggio...
Ya da Mösyö Tino...
Bay Tino...
Atlas’ın da senden çok ders almasını, görgüyü konuşmasını çok isterdim.
İzmir’in başı sağolsun.
Nurlar içinde yat Monsieur Tino...

 
Bu insanlar bu
coğrafyada yaşadı
ve yaşıyorlar

PİRİ Reis Güzelbahçe Okulu’nun Müdürü Sabrina Ataseven, Tino Reggio’nun ardından şöyle yazmış...
“Gün Mösyö Tino’nun sesi ile Fransızca başlar, doğum günleri kendine özgü ‘Hip hip hurra’ şeklindeki nidasıyla biterdi. Kişiliği, nezaketi ve kültürü ile örnekti. Adab-ı muaşeret çalışmaları ile öğrencilere bir beyefendi ve hanımefendi olmayı öğreten güler yüzlü insandı. Onlara her yıl restoranda eşlik eden biriydi Mösyö Tino’muz...
Birçok tarihi yere geziler düzenleyerek çocuklara seyahat etme, tarihsel yerleri öğrenme ve gezme kültürünü verdi.
Hiçbir bayramı atlamayan ve ilk kutlayan, öğretmenler odasına getirdiği bayramlara özel yiyeceklerle bizi hoş tutan biriydi Mösyö Tino’muz...
Çocuklara verdiği görgü dersini günlük yaşamında uygular, bayan öğretmenlerin elini öpen, sandalyesini iten, sahneye çıkarken eliyle eşlik eden, tam bir beyefendiydi Tino’muz...
Ve çok iyi bir babaydı.
Ama en önemlisi çocuk, büyük çok kişinin kalbine dokunmuş biriydi Mösyö Tino’muz...”
İzmir böyle bir yerdir.
Çok kültürlü, çok dilli...
İzmir’i farklı kılan da budur.
Aslında Anadolu böyle...
Yüzyıllardır bir arada yaşamanın, farklılıkları hissetmenin keyfini yaşamış bir coğrafyadır burası...
Ve bu güzel insanlar hep buralarda yaşadı, yaşıyor.
Bazıları hayatımızın içine girdi, bazılarını uzaktan izledik.
İyi ki varlar, iyi ki varlardı.

 
Elinde barometresiyle gezen arkadaş

ELİNDE barometresi olup, “Ne kadar İzmirlisin, ne kadar Göztepelisin, ne kadar Karşıyakalısın” diyen arkadaş...
Bence o kafandaki sanal barometreyi bırak da bu insanların öykülerine bak...
Bu işler öyle “Göz Göz Göztepe” diyerek, “Kaf Kaf” çekerek olmuyor.
“Nasıl oluyor?” diye soruyorsan.
Bu öykülere bak...
Kime mi?
Çok kişi sayabilirim, çok isim verebilirim, ama liste eksik kalır diye korkarım.
O yüzden sana bir tarif yapayım.
Bak bay Tino gibi, burada doğmuş, ama kök ağacı neredeyse Avrupa’nın büyük bölümüne yayılmış insanlara bak...
Ya da bu coğrafyada doğmuş, hayatı boyunca buralarda kalmış isimlere bak...
Hepsinin ortak bir özelliği var.
Ne yaptılarsa tutkuyla yapmışlar her şeyi, ne istemişlerse sadece kendileri için değil, ait olduğu coğrafya için de istemişler, ne hayal etmişlerse gerçekleştirmek için bir yolculuğa çıkmışlar.
Ve bunları yaparken, kırmadan, dökmeden, insanların vicdanlarına, kalplerine, omuzlarına dokunarak hareket etmişler.
Ben bu insanları seviyorum.
Vicdanlı, duyarlı, görgülü, haddini ve kendini bilen insanları...
Bırak o barometreyi de şu insanlara bak.
Kim ne kadar Türkiye sevdalısı, İzmir sevdalısı...
Yerin, adresin önemi de yok artık...
Küçük bir köye dönmüş bu dünyada eğer barometren elinde olacaksa, insanlık için yap bunu...
“Ne kadar İzmirli” değil, “Ne kadar insan...” de bakalım.

Yazarın Tüm Yazıları