Paylaş
“Milletin evine ateş düşmüş. Ben şimdi futbol mu konuşayım, üç puan aldık diye yorumlar mı yapayım” diye…
Aslında bugün için çok farklı bir yazı planlamıştım.
Uzun zamandır yapamadığım; küçük bir molayı bayramı bahane ederek yapmış, birkaç kitabı ayna anda keyfini çıkara çıkara okuma fırsatı yakalamıştım.
Onlardan biri de bir süre önce İstanbul’a gelen ünlü matematik dehası, Nobelli John Nash’ın hayatı vardı.
Daha doğrusu Nash’ın oyun teorisini anlatan, örnekler veren bir kitaptı.
Nash; hayattaki her şeyi matematiğe bağlıyor; olayları bir matematiksel gerçeğe göre yorumluyor.
Beğendiğim; zekasına, fikirlerine hayranlık duyduğum bu dehanın bir sözüne itirazım olacaktı.
“Hayat bazen matematik değildir” diyecektim.
Bu yazıyı bir Pazar gününe sakladım.
Dünden beri yine o ateşi içimde hissettim.
Herkes gibi tarifsiz bir matemi yaşamaya başladım.
Gaziantep’teki olay yerinden fotoğraflar, görüntüler geldikçe ne hayatın güzelliklerini, ne Çeşme’nin bayram kalabalığını, ne John Nash’ın matematik teorilerini konuşmak istedim. İçimden gelmedi…
Fatih Terim’in dediği gibi “Milletin evine ateş düşmüş” gerisi hikaye, gerisi boş…
İnsanımızın içi kan ağlıyor ben hissedebiliyorum
Ben bu ruh halini çok iyi biliyorum. Siz de biliyorsunuz.
Geçen yıl; ondan önceki yıl, daha önceki yıl da benzer olaylar yaşandı. Ya mayın patladı, ya karakol baskını, önceki gün Gaziantep’teki gibi kentin tam ortasına bir bomba kondu. Şehitlerimiz oldu; yaralılarımız… Masum, sivil vatandaşlarımız hayatını kaybetti. Çocuklarımız öksüz; anneler, babalar gözleri yaşlı kaldılar. Hiçbirini hak etmiyoruz… Doğusunda, batısında; kuzeyinde, güneyinde, Türkiye’nin her yerindeki insanımız terörün acısını yüreğinde hissediyor.
Gaziantep’teki bombalı saldırı olayının gerçekleştiği saatlerde Alaçatı’daydım. Televizyonlar canlı yayına geçince; mesajlar cep telefonlarına gelince, insanlar haberleri takip etmeye başlayınca; tatilin keyfini çıkarmaya çalışan o kalabalık bambaşka bir ruh haline girdi. Eminim; hemen herkes bunu konuşuyordu, Gaziantep’ten haber almaya çalışıyordu.
Verilen mesajlar, “terörün günlük hayatı etkilemeyeceğini” söylese de; insanımızın içi kan ağlıyor. Ben hissedebiliyorum…
Yunanlılar kararlarını gözden geçirmeli
Geçen gün İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş ile sohbet ediyorduk. Çeşme’de bulunduğumuz yerden Sakız’daki yangın çok net görünüyordu. Hava hafif kararmaya başlamış, alevler kendini göstermeye başlamıştı. Gerçi yangının üçüncü günüydü; ekipler müdahale etmiş, kısmi bir başarı da elde edilmişti ama… Sonuçta yangın devam ediyordu ve adadan gelen mesajlar hiç de iyi değildi. Demirtaş; başkanlık döneminde adalarla ticareti hep ön planda tuttu, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için önemli zirvelere evsahipliği yaptı. Çeşme’den bile net görülen alevleri izlerken; derin bir nefes aldı, serzenişte bulundu.
“Göz göre göre ada yanıyor. Yunanlıları anlamam mümkün değil” dedi.
Aslında geçmişte Demirtaş’ın bazı girişimleri, bu tür acil durumlar için bazı önerileri oldu. Bu teklifi hem Türk tarafına, hem de Yunanlı yetkililere iletti. Kostas Karamanlis’e ortak müdahale için işbirliği teklifi de yapıldı. Hiçbirinden sonuç alınmadı. Yunan ya da Türk tarafı; fark eder mi? Kaybolan, yanan, kül olan dünyamızın değerleri değil mi?
Ekrem Demirtaş ile Sakız’daki yangını izledik; iç çeke çeke, dertlene dertlene…
Teşhisiniz hangisi olursa olsun
“Alıştık” diyebilirsiniz; her sabah bombalı bir saldırı haberiyle kalkmaya… Eli kanlı teröristler daha 10 gün önce İzmir’in Foça’sında askeri aracın geçişi sırasında bombayı patlatmış; iki askerimizi şehit etmişlerdi. Korkunç olayın büyümesini önleyen, kahramanca bir davranışla aracın şarampole düşmesini engelleyen Furkan Hasan’ın verdiği mücadeleyi kazanması için çok dua etmiştik. Ama olmadı… Olaydan birkaç gün sonra Hasan’ın beyin ölümü gerçekleşti; şehidimizi toprağa verdik. Güya “İstersek; İzmir’e de geliriz, Foça’ya da geliriz. Batı’da da varız” mesajı vermeye çalıştılar.
Güneydoğu’nun en önemli ekonomik merkezlerinden biri olan Gaziantep’te de aynı mesajı vermeye çalıştılar. Bir güç gösterisi yapmaya çalıştılar. Yapacaklardır… Karşılığını da bulacaklar, en ağır şekilde cezalandırılacaklar. Bundan hepimiz eminiz…
Şimdi diyeceksiniz; yeri mi, zamanı mı? Yeri ve zamanı…
Bu meseleyi İzmir’de tartışalım; İzmir’de çözüm bulmaya çalışalım.
“Bu meseleye” farklı farklı teşhisler var.
Kimisi “terör meselesi” diyor, kimisi “Güneydoğu meselesi”, kimisi de “Kürt meselesi…”
Teşhisiniz ne olursa olsun; adını nasıl koyarsanız koyun…
Artık yitirilecek zamanın olmadığı bir gerçek…
İnsanımızın içi kan ağlarken; kan akmaya devam ederken…
Bu meseleyi konuşmamak, konuşmayı ertelemek eli kanlı teröristlerin işini daha çok gelecektir.
Paylaş