Paylaş
Bir yanda...
“Aman Ankara da adaymış. Ankara ne veriyorsa biz daha fazlasını verelim” panikleri...
Bir yanda da...
Milano gerçeği...
Daha doğru İtalya klasiği...
Ne de olsa her iki kent de her iki ülke de Akdenizli...
Özetle...
Akdenizli gibi başlıyor, Akdenizli gibi bitiriyoruz.
Başlangıçta heyecanlanıyoruz, kendimizi gaza getiriyoruz, büyük hayaller kuruyoruz.
Sonra da ilk günlere yakışmayan minik minik adımlar atıyoruz.
Her şeyi son dakikaya bırakıyoruz.
İş olup bitinceye kadar birbirimizi yiyoruz.
İtalya’da yaşananlar da farklı değil.
Şimdi Milano’da kıyamet kopuyor.
Roma Temsilcimiz Reha Erus’la bu ara çok sık görüşüyoruz.
Her gün bir İtalyan gazetesinde yeni bir haber çıkıyor.
Yeni ve şaşırtıcı...
Ya EXPO’nun en tepesindeki yönetici istifa ediyor, ya projeye karşı olan siyasetçiler Milano’yu ayağa kaldırıyor.
Dedim ya...
Tipik Akdenizli ruh hali...
Reha Erus’un son geçtiği haber de farklı değil.
Kalabriya mafyası “ndrangheta”ya yapılan dev operasyonda müthiş bilgilere ulaşılmış.
Kuzey İtalya’da karargah kuran organize edilmiş örgüt, EXPO 2015 Milano Fuarı’nın ihalelerini almak için paravan bir şirket kurarak, kamu görevlilerini ve bölge yönetimini tehditle ele geçirmeye çalışmış.
3 bin güvenlik görevlisinin katıldığı operasyonda 304 kişi gözaltına alınmış.
Daha da önemlisi, yeni operasyonların ve gözaltıların da sırada olduğunu söylüyorlar.
Milano’da işler iyi gitmiyordu, bir de üzerine mafya baskını çıktı.
Proje rantı 6 milyar dolarlara çıkınca ve bir otorite boşluğu doğunca, son yılların en büyük mali operasyonu ortaya çıktı.
Aynı filmlerdeki gibi...
Ya İzmir...
Bence, İzmir gelişmeleri sakince izlemeli, bir yandan da 2020 için hazırlıklarını başlatmalı...
Ve Akdenizli olduğunu unutmamalı...
Yani, İzmir’de İnciraltı’nda yapılması planlanan EXPO’yla ilgili düzenlemeleri o günlere bırakmamalı.
Peki ne yapmalı?
İzmir’in akil insanları oturup, Ankara’yla da anlaşıp, İnciraltı planını en kısa sürede bitirmelidir.
Böylece hem oradaki mağduriyete son vermeli, hem de ister EXPO olsun, ister olmasın İzmir’e yakışan yeni bir cazibe merkezi yaratmalıdır.
Bir sanatçı için Efes’te Chopin çalmak
DOĞARKEN kıskançlık hislerimi herhalde almışlar. Ya da zaman içinde kıskançlığın hiç de iyi bir şey olmadığımı anlayıp başkalarının mutluluğunu, başarısını kendiminkiymiş gibi yaşamaya alıştım. Kim olursa olsun, hangi olay olursa olsun, yüreğimin hiçbir yerinde bir burukluk yaşamam...
Sadece bir konuda...
Hep düşünmüşümdür; yazı dışında kendimi ifade edebileceğim bir başka uğraş nedir diye... Her zaman aynı cevabı veririm. Piyano... Nasıl bilgisayarımın tuşlarına dokunurken büyük keyif alıyorsam, piyanonun tuşlarına da dokunurken aynı keyfi alabilirdim. Çok geç mi? Değil... Daha önce başladığım, ama yoğun tempodan yarım bıraktığım derslere yeniden başlayacağım.
Önceki gün Efes’in muhteşem atmosferinde Odeon’da İKSEV’in organizasyonunda Arkas’ın sponsorluğunda Polonyalı virtüöz Krzysztof Jablonski’yi izlerken bir başka dünyaya gittik hepimiz... Jablonski tuşlara dokundukça Polonyalı tanınmış ressam Jerzy Duda-Gracz’ın Chopin’in bestelerinden esinlenerek yaptığı suluboya tabloları izledikçe kendimizden geçtik.
Krzysztof Jablonski’yi de bu ortam çok etkilemiş, “Böyle bir ortamda Chopin çalmak hayatımda unutamayacağım bir anı” demiş.
Çok haklı...
Benzer yorumları geçmişte Elton John, Sting gibi dünya devleri de yapmıştı.
Efes’in büyüleyen bir atmosferi var.
Yıllar sonra bana bile yeniden piyano aşkını hatırlatan bir ortam...
Meclis’te kavga yerine şu ismi konuşsalar
Televizyonlardan izlemişsinizdir, gazetelerde fotoğrafları görmüşsünüzdür.
TBMM Genel Kurulu’nda, 8 yeni üniversite kurulmasına ilişkin kanun tasarısının görüşülmesi sırasında kavga çıktı.
Hem de ne kavga... Yumruk yumruğa...
Bu ilk değil, son değil...
Geçmişte bu görüntüler Güney Kore’den, Tayland’dan gelir izler, bazen “bu kadarı da olmaz” der ya da gülerdik.
Şimdi aynı görüntüler bizim Meclisimizde...
Ama bu sefer gülecek miyiz, yoksa ağlayacak mıyız bilemiyorum.
Çünkü tartışma içerik değil, hesaplaşma üzerine...
“Sen böyle söyledin, sen böyle cevap verdin” diye...
Vekillerimiz yumruklaşmak yerine karşılıklı konuşsalar...
Örneğin; “İzmir’e kurulacak yeni üniversite için İzmirlilerin farklı görüşleri varmış. Kamuoyunun beklentilerini karşılamalıyız” deseler fena mı olur.
Paylaş